; Evliya Kabirleri | Abdullah-ı Dehlevî kuddise sirruh

Abdullah-ı Dehlevî kuddise sirruh

  Hayatı   Menkıbeleri
Abdullah-ı Dehlevî kuddise sirruh

Abdullah-ı Dehlevî kuddise sirruh Hayatı

Hindistânda yetişmiş, Ehli sünnet âlimlerinin büyüklerindendir. Silsilei aliyye denilen büyük âlimlerin yirmi sekizincisidir. Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü anh” neslinden olup, seyyiddir. 1158 [m. 1745] de Hindistânın Pencab şehrinde doğdu. 1240 [m. 1824] senesinde Delhîde vefât etti. Kabri Şâhcihân Câmi’i yakınındaki dergâhındadır. Binlerce seveni her zamân ziyâret edip, feyiz almaktadır.
Abdüllahı Dehlevî hazretleri, üstün bir zekâ sahibi idi. Kur’ânı kerîmi kısa zamânda ezberledi. Dînî ilimleri ve zamânının fen ilimlerini öğrendi. Babası, Delhîde şeyh Nâsırüddînin hizmetinde bulunuyordu. Oğlu Abdüllahın da, onun terbiyesinde yetişip, Kâdiriyye yoluna girmesini istiyordu. Bunun için, oğlu Abdüllahı Delhîye çağırdı. Abdüllahı Dehlevî Delhîye vardığı gece, Şeyh Nâsırüddîn vefât etti. Babası; “Oğlum! seni Şeyh Nâsırüddîn’den Kâdiriyye yolunu alman için çağırmıştım. Nasîp değilmiş. Artık, sana nereden irşat kokusu gelirse, oraya git. Serbestsin,” dedi.
O sırada Delhîde Çeştiyye büyüklerinden, Şeyh Muhammed Zübeyr ve iki halîfesi, Şeyh Ziyâüddîn, Şeyh Abdüladl, Şeyh Mîr Dered bin Şeyh Nâsır, Mevlâ’nâ Fahrüddîn ve başkaları vardı. Yirmi iki yaşına kadar onların huzûrunda ve sohbetlerinde bulundu. Bu sırada gönlünden, yine Delhîde bulunan Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin dergâhına gitmek geldi. Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin huzûruna varıp, kendisini talebeliğe kabûl buyurmasını istedi.
O da: “Sen zevkin ve şevkin olduğu yere git. Bizim yolumuz, tuzsuz taşı yalamak gibidir,” buyurdu.
Abdüllah Dehlevî ise; “Zâten benim mûradım, isteğim de buyurduğunuzdur,” dedi. Mazheri Cânı Cânân hazretleri; “Mübârek olsun,” buyurup, talebeliğe kabûl etti. Onu Nakşîbendiyye yolunun, Müceddidiyye koluna göre yetiştirip, bu yolun esâslarını ve edeplerini öğretti. Abdüllahı Dehlevî on beş sene onun sohbetiyle şereflendi. Evliyalıkta yüksek derecelere kavuşunca, mutlak icâzet [diploma] alıp, halîfesi oldu.
Hocasının vefâtından sonra, onun halîfesi olarak, talebe yetiştirmeye başladı. Uzak yakın her yerden, Diyârı Rum, Şâm, Irâk, Hicâz, Horâsân ve Mâverâünnehrden pek çok talebe, ilim ve feyiz almak, sohbeti ile şereflenmek için yarışırcasına yanına koştu. Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî , Şeyh Ahmedi Kürdî, seyyid İsmâîl Medenî gibi bazıları Resûlullah efendimizden aldığı manevî emirle geldi. Bazısı, bu yolun büyüklerinin manevî işâreti ile koşup, teslîm oldu. Şeyh Muhammed Can bunlardandı. Bazısı ise, Abdüllahı Dehlevî hazretlerini rüyada görüp geldi.
Peygamber efendimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sünneti seniyesine uygun yaşamaya çok gayret ederdi. Az uyur, teheccüde, kalkar, yanındakileri de kaldırırdı. Sonra murâkabeye oturur, peşinden Kur’ânı kerîm okurdu. Kur’ânı kerîm’den her gün on cüz okurdu. Sabâh namâzını kıldıktan sonra, talebeleriyle berâber işrak vaktine kadar Allahü teâlâ’yı zikr ve murâkabe ile ve nefs muhâsebesi ile meşgûl olurdu. Sonra hadîs ve tefsîr derslerine başlayıp, bu hâl zevâl vaktine kadar sürerdi. Sonra yemek yenirdi.
Öğleye yakın sünneti şerîfeye uymak için bir müddet kaylûle yapardı. Sonra kalkıp bir miktâr yemek yiyip, dînî kitâplar okumak, bazı mevzûlar üzerinde yazılan yazıları gözden geçirmek ve yazılması lâzım olanları yazmakla uğraşırdı. Öğle namâzını kılıp, ikindiye kadar, hadîs ve tefsîr dersi verirdi. İkindiyi kıldıktan sonra, (Hadîsi şerîf) kitâplarından, İmâmı Rabbânî hazretlerinin (Mektûbât)ından, Şihâbüddîni Sühreverdî’nin (AvârifulMeârif) kitabı ile Kuşeyrî’nin (Risâlei Kuşeyrî) kitabından okur, sonra güneş batıncaya kadar talebeleriyle zikr ve murâkabe yapardı. Akşâm namâzından sonra, manevî teveccühleri ile talebelerinden seçilmişlerinin ilerlemeleri ile meşgûl olurdu. Yatsıyı kıldıktan sonra geceyi zikr ve murâkabe ile ihyâ ederdi. Uyku bastırdığında, seccâdesi üzerinde sağ yanı üzere yatardı. Bazen otururken uyuyakalırdı. Hayâsının çokluğundan ayağını uzattığı görülmezdi.
Kur’ânı kerîmi okumaktan ve dinlemekten çok hoşlanır, şevk hâlinin gâlip olduğu zamânlar dinleyince, kendinden geçer ve; “Dahâ okumayınız, dayanamıyorum,” buyururdu. Mevlâ’nâ Celâleddîni Rûmînin (Mesnevî)sini de çok okutup, dinlerdi. Bu esnâda vecd hâli hâsıl olur, coşar, ilâhî muhabbete gark olurdu. Fakat başkalarının yaptığı gibi dînin emir ve yasaklarına uymayan hâlleri görülmezdi. Her hâli dîne uygun olurdu.
Emiri mâruf ve nehyi an’ilmünker yapar, insanlara Allahü teâlâ’nın emirlerini hâtırlatır, yasaklarından sakınmalarını emir ederdi. Bir kere Şimşîr Behâdır Hân, papazlara mahsûs bir şeyi giyerek huzûruna geldi. Onu o hâlde görünce, darılıp, bu vaziyette yanında oturmamasını istedi. Behadır Hân, bu kadarına müsâade etmezseniz, bir dahâ yanınıza gelmem dedi. “Allahü teâlâ sizin bir dahâ böyle buraya gelmenizi nasîp etmesin,” buyurdu. Huzûrundan kızarak ayrılan Behadır Hân’ın içi râhat etmeyip, üzerindeki o şeyi çıkarıp, huzûruna gelerek affını istedi ve talebesi oldu.
Dünyâya ve dünyâlığa rağbet etmezdi. Zamânın pâdişâhı defalarca dergâhın ihtiyâçlarını karşılayacak bir yardımda bulunmayı teklîf ettiği hâlde, kabûl etmedi. Vâlî Emîr Hân da dergâhın ihtiyâçları için yardım teklîf ettiğinde, talebelerinden Raûf Ahmede; “Hediye gönderen Emîr Hâna şu beyti cevab olarak yazınız, buyurdu. Beyt:
Biz fakîrliğe kanâati şeref biliriz,
Emîr Hâna söyleyin, rızkımızı mukadder biliriz.
Biz, Allahü teâlâ’nın, meâli şerîfi,
(Semâda ise, rızkınız ve va’d olunduğunuz Cennet vardır) olan, Zâriyât sûresinin 22.ci âyeti kerîmesine güveniriz.”
Abdüllahı Dehlevî hazretlerinin gönülleri ferâhlatan, kalplere neş’e ve sevinç veren söz ve sohbetleri ayrı bir nimet sofrası idi. Buyururdu ki:
“Dünyâ sevgisi bütün kötülüklerin başıdır. Günâhların başı ise küfürdür, imansızlıktır. Hizmet görmek isteyen, hocasına hizmet etsin. Nefsinin arzûlarına tâbi’ olan, Allahü teâlâ’ya nasıl kul olur? Ey insan! Kime tâbi’ isen, onun kulu olursun.”
“Devâmlı zikr ediniz. Büyüklere bağlılığınızı muhâfaza ediniz. Güzel ahlâklı olup, insanlarla iyi geçininiz. Kazâ ve kader husûsunda nasıl ve niçini bırakınız. Yol kardeşleri ile birlik olmayı lâzım biliniz. Fakr, kanâat, rızâ, teslîm, tevekkül ve ferâgat üzerine olunuz. Benim cenâzemi, âsâri nebeviyyenin [Peygamber efendimize ait eserlerin] bulunduğu Delhîdeki Büyük Câmiye götürünüz. Allah’ın Resûlünden şefâat isteyiniz.”
Cumartesi günü idi. Mevlevî Kerâmetullah Sahibe; “Çabuk Meyân Sahibi, Yani Şâh Ebû Sa’îdi “rahmetullahi aleyh” çağırınız,” buyurdular. Mevlevî Sâhip acele kalkıp, Ebû Sa’îd hazretlerini çağırdı. Kapıdan içeri girince, bakışlarını ona çevirdi ve bu hâlde, 22 Safer 1240 [m.1824] senesinde, kuşluk vakti murâkabe hâlinde iken, bu sıkıntılarla dolu dünyâdan ayrıldılar.
Vefât haberini duyan binlerce insan toplandı. Cenâze namâzı Büyük Câmide kılındı. Şâh Ebû Sa’îdi Fârûkî imâm oldu. Cenâzesi, üstâdı Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin metfun bulunduğu kabrin sağ yanına defin olundu.
Bugün oradaki üç kabirden biri de, Şâh Ebû Sa’îd hazretlerinindir. Şâh Ebû Sa’îdi Fârûkî Hacdan dönerlerken (Tonk) şehrinde, 1250 [m. 1834] de, fıtr bayramında vefât etti. Cenâzesini oradan getirip, Abdüllahı Dehlevî’nin sağ yanına defin ettiler. Bu duruma göre, Abdüllahı Dehlevî’nin mezârı ortada olandır. [Ebû Sa’îdi Fârûkînin (Hidâyetüttâlibîn) kitabı çok kıymetlidir.]
Abdüllahı Dehlevînin vefâtı için; “Nevverallahu madca’ahü: Allahü teâlâ kabrini nûrlandırsın,” ve “Cân beHak Nakşîbendi sânî dâd: İkinci Nakşîbend Hakka cân verdi” târîh düşürüldü. Şâh Rauf Ahmed de pek güzel bir rubâî söyledi ki şöyledir:
Zamânının kayyûmu Şâh Abdüllahı Dehlevî,
Vefât etti, açıldı ona Cennâti naîm.
Kalbimden vefâtına târîh aradım, buldum:
Fî ravhın ve reyhânın ve Cennâtinna’îm (1240).
Abdüllahı Dehlevî hazretlerinin üstünlüğünü, en büyük talebesi
Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî hazretleri, meşhûr dîvânında şöyle anlatmıştır: “Mübârek hocam karanlık ufukları aydınlatıp, mahlûkâtı dalaletten hidâyete kavuşturmaya vesîle oldu. O, hidâyet yıldızı, karanlık gecelerin dolunayı, takvâ ummânı, feyizler defînesi, yüksek hâller ve kerâmetler hazînesidir. O, hilimde yer, vakarda dağlar, ziyâ bakımından güneş, yükseklikte semâ gibidir.,Dîni İslâmı en güzel bilen bir kaynak, irfân mâdeni, mahlûkâtın yardımcısı, iyilik ve ihsân menbaıdır. O, Allahü teâlâ’ya kavuşturucuların kutbu, evtâdın rehberi, mahlûkların gavsi (yardımcısı), ebdâl isimli Hak âşıklarının maksadı, hedefidir. O, mahlûkların şeyhülislâmı, Müslümânların baş tâcı, büyüklerin reîsi, müşküllerde müracaat yeridir.
Gizli bir rehberlikle en iyiye götürücü, en iyi yol göstericidir. Bütün gücü ile insanları Allahü teâlâ’ya davet edici, çağırıcıdır.”
“O, âlemlerin Rabbinin sevdiği bir kuldur. Kim onun gösterdiği doğru yoldan giderse, sen o kimseye; (Ey emsâllerine rehber olan zât!) diye hitâp et. Nefs hevâsının bukağısıyla bağlanmış nice câhilleri, o, bir nazarla, teveccühle nefsinin elinden kurtarmıştır. Nice kâmil velîler, ondan yüz çevirdiği gibi, yüksek hâllerden ve marifetlerden mahrûm kalmıştır.
Onun yüksekliğini inkâr eden nice kimseler helâk olmuş, Allahü teâlâ’nın şiddetli azâbına yakalanmıştır.”
“O, noksan olanların kemâle gelmesine vesîle olan, bütün kemâl ehlinin de noksanını tamâmlayandır. Şânı yüce Allahü teâlâ, onu, azamet ve heybet kubbesi altında gizlemiştir.”
Abdüllahı Dehlevî’nin “kuddise sirruh” meclisinde dünyâ ile alâkalı sözler konuşulmazdı. Birisi gıybet etse ona mâni’ olur, gıybet edene; “O dediğine ben dahâ layığım,” derdi. Bir gün yanında; pâdişâhı kötülediler. O gün oruçlu idi. Kötüleyene dönerek; “Eyvâh orucumuz gitti!” buyurdu. “Siz kimseyi kötülemediniz ki!” dendiğinde; “Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik. Gıybette, söyleyende dinleyen de aynıdır,” buyurdu. Abdüllahı Dehlevî’nin “kuddise sirruh” mübârek vücutlarında birkaç tâne hastalık vardı. Bu hastalıklar sebebiyle namâzlarını özürlü kılardı. Bunu bilen dostlarından biri dayanamayıp; “Efendim! Herkes hastalıktan kurtulmak için sizden duâ istiyor. Cenabı Hak da duâlarınızı reddetmiyor. Her gelen, şifâya kavuşarak, huzûrunuzdan ayrılıyor. Hâlbuki sizdeki hastalıkları biliyoruz. Duâ buyurup da bu dertlerden kurtulsanız olmaz mı?” diye sordu. O da; “Onlar hastalıktan kurtulmak için duâ istiyorlar. Biz ise, Allahü teâlâ’nın verdiği bu dert ve belâlardan, O gönderdiği için râzıyız. Dert ve belâlar, kemendi mahbûb olduğundan, Allahü teâlâ, bu dertleri sevdiği kullarından dilediklerine verir. Bu sebeple dertlerin bizden gitmesini değil, gönderilmesini isteriz,” buyurdu.
(Se’âdeti Ebediyye) kitabının 459.cu sahîfesinde diyor ki: Abdüllahı Dehlevî hazretleri sekizinci mektûbunda, (Bu fakîrin rûhâniyetine teveccüh ediniz! Yahut, mirzâ Mazheri Cânı Cânân’ın mezârına gidip, onun rûhâniyetine teveccüh ediniz! Ona teveccüh edince, Allahü teâlâ’nın feyizlerine kavuşulur. O, zamânımızdaki binlerce diriden dahâ fâidelidir) buyurmaktadır. (Makâmati Mazheriyye) 58. sahîfesinde buyuruyor ki, (Evliyâ mezârlarını ziyâret ederek, feyiz vermeleri için yalvar! Fâtiha ve Salevât okuyup, sevâplarını mübârek rûhlarına göndererek, onları Allahü teâlâ’nın rızâsına kavuşmak için vesîle yap ki, zâhir ve bâtın se’âdetlerine bu vesîle ile kavuşulur. Fakat, kalbi tasfiye etmeden, Evliyâ kalplerinden feyiz almak güçtür. Bunun için, hâce Behâüddîn “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” evvelâ, Evliyânın kalplerinden feyiz almağı nasîp etmesini Allahü teâlâ’dan istemek, dahâ iyidir, demiştir).
(Se’âdeti Ebediyye) kitabının 486.cı sahîfesinde diyor ki: Abdüllahı Dehlevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, yetmiş dokuzuncu mektûbunda buyuruyor ki, (Kalender, bâtınını temizlemek, nefsini yok etmek için çalışır. Çok ibâdet yapmaz. Sôfî ise, bunun ikisine de çalışır. Mahlûkları görmez. Kalenderden dahâ üstündür).
(Se’âdeti Ebediyye) kitabının 733.cü sahîfesinde diyor ki: Zâhir ilimlerinde mütehassıs, Tasavvuf derecelerinde çok yüksek olan, derin âlim, büyük velî Abdüllahı Dehlevî, yetmiş dördüncü mektûbunda buyuruyor ki, (Tegannî, hazîn ses ve Allah sevgisini anlatan şiirler ve Evliyâyı kirâmın hayâtını bildiren kasîdeler, kalpteki bağlılığı harekete getirir. Hafîf sesle zikr etmek ve şerîatın yasak etmediği şiirleri dinlemek, Çeştiyye yolunda olanların kalplerini inceltir).
Seksen beşinci mektûbda buyuruyor ki, (Tasavvuf büyükleri güzel ses dinlediler. Fakat, çalgı ile değil idi. Oğlanlar ve kızlar yanında değil idi. Fâsıklar arasında değil idi. Çeştiyye yolunun büyüklerinden Sultânülmeşâyıh Nizâmüddîni Evliyâ hazretleri güzel ses dinlerdi.
Fakat hiçbir zamân, hiçbir çalgı dinlemediği, (Fevâidülfüâd) ve (Siyerülevliyâ) kitâplarında yazılıdır. (Simâ’), Yani güzel ses dinlemek, Evliyânın kalbindeki kabz [sıkıntı] hâlini bast [râhatlık] hâline çevirmek içindir. Gâfillerin güzel ses dinlemeleri, fıska yol açar. Hiçbir çalgı halâl değildir. Sekr hâlinde iken, câiz diyenler oldu ise de, bunlar mazûrdur. Bunları ileri sürerek câiz dememelidir. Şeriata uygun şartları gözeterek, sesle zikr câiz ise de, sessiz zikr efdaldir. Ud, keman, saz, ney ve her çalgıyı ve gâfillerin şarkılarını dinlemek ve raks [dans] yapmak ve seyr etmek câiz değildir). Doksan dokuzuncu mektupta buyuruyor ki, (Kaledeki kabzı, bulanıklığı gidermek için, güzel sesle, tecvîde uyarak okunan Kur’ânı kerîmi dinlemelidir. Eshâbı kirâm böyle yapardı. Kasîde ve şiir dinlemezlerdi. Şarkı ve çalgı dinlemek ve yüksek sesle zikr yapmak, sonradan meydâna çıktı. EbülHaseni Şâzilî ve Hammâdi Debbâs gibi Tasavvuf büyükleri “kaddesallahü teâlâ esrârehümâ” şiddetle inkâr ettiler. Abdülhakı Dehlevî “rahmetullahi aleyhim”, bunu uzun bildirmektedir. Çalgısız olarak ve fâsıklar ve gâfiller arasında olmayarak, Allah sevgisini anlatan şiirleri dinleyen büyükler de vardı. Behâüddîni Buhârî hazretlerinin yanına ney ve saz getirdiklerinde, biz bunları dinlemeyiz. Dinleyen Tasavvufçuları da inkâr etmeyiz buyurdu. Çünkü, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hiç dinlememiştir. Tarîkati müceddidiyye’de, tegannî dinlemenin kalbe tesîri yoktur. Kur’ânı kerîm dinlemek, safâ vermekte ve huzûru arttırmaktadır. Nağme ve saz dinlemek kalp seyrinde olanlara zevk verir. Hafîf sesle ve hazîn tegannî ile zikr, zevki ve şevki arttırır. İrâde ve ihtiyâr ile olmadan, dert ve hüzün ile içten gelen yüksek sesle zikr etmek yasak değildir. Fakat her zamân yapmamalıdır).
(Se’âdeti Ebediyye) kitabının 789.cu sahîfesinde diyor ki: Hakîkî İslâm âlimi, büyük Velî Abdüllah Dehlevî “rahmetullahi teâlâ aleyh” seksen sekizinci mektûbunda buyuruyor ki, (Çoluk çocuğunun ihtiyâçlarını temin için ve fukarâya yardım ve İslâmiyet’e hizmet için, çalışıp halâl mal kazanmak, çok iyidir. Süleymân aleyhisselâm ve emîrülmüminîn Osmân ve Abdürrahmân bin Avf ve Eshâbı kirâm’dan bazıları çok zengin idiler. Bu zenginlikleri, Allahü teâlâ indindeki derecelerinin azalmasına sebep olmadı.
Fukarâyı sâbirîn ve agniyâyı şâkirînden hangisinin efdal olduğu ihtilâflıdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” fakîrliği ihtiyâr etmişti. (Rabbim, beni doyuruyor, içiriyor) buyururdu. Fakîrlik, ibâdete ve hizmete mâni’ olursa, tâ’at yapmağa kuvvet hâsıl etmek için, zengin olmak efdaldir. Böyle zenginlik büyük nimettir. Allahü teâlâ, bu nimeti dilediğine ihsân eder).
(Se’âdeti Ebediyye) kitabının 957.ci sahîfesinde diyor ki: Abdüllah Dehlevî hazretleri buyuruyor ki, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” veyâ Evliyâdan birine üveysî olmak için, her gün tenhâ bir yerde iki rek’at namâz kılıp, bir Fâtiha okuyarak, sevâplarını onun mübârek rûhuna göndermeli, bir müddet oturup, hep onun rûhunu düşünmelidir. Birkaç gün sonra, onun üveysîsi olur.
(Hüvelganî) risâlesi, (Makamâti Mazheriyye)nin sonunda Hindistân’da basılmıştır. [(Hüvelganî) risâlesini, Ebû Sa’îdi Fârûkî’nin ikinci oğlu Abdülganî Müceddidî yazmıştır.] Bu risâlede, Abdüllah Dehlevî hazretlerinin melfûzâtında diyor ki, (Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” üveysîsi olmak isteyen, yatsı namâzından sonra, hayâlinde, Resûlullah’ın iki mübârek ellerini tutup, yâ Resûlallah! Beş şey için sana bî’at eyledim:
Bunlar, Kelimei şahâdet, namâz kılmak, zekât vermek, Ramezân ayında oruç tutmak ve yola gücü yetenin hacca gitmesidir demelidir. Birkaç gece böyle yapınca, murâdına kavuşur. Bir Velînin üveysîsi olmak için, tenhâ bir yerde, iki rek’at namâz kılıp, sevabını O Velînin rûhuna göndermeli ve rûhunu düşünerek beklemelidir).
(Se’âdeti Ebediyye) kitabının 992.ci sahîfesinde diyor ki:
Abdüllahi Dehlevî, (Mekâtîb) kitabının yirmi sekizinci mektûbunda buyuruyor ki, (Duâ istiyorsunuz. Büyüklerimizin isimlerini gönderiyorum. Birincisindeki isimlerin rûhlarına, başka zamânda da, ikincisindeki büyüklerin rûhlarına Fâtiha okur, bunların vâsıtası ile Allahü teâlâ’ya duâ edersiniz!). Yüz on yedinci mektupta buyuruyor ki, (Her işiniz için, büyüklerin temiz rûhlarını vesîle ederek, Allahü teâlâ’ya yalvarınız! Ona sığınınız! Allahü teâlâ sevdiklerinin vâsıtası ile yapılan duâları kabûl ederek, din ve dünyâ ihtiyâçlarınızı ihsân eder).
(Se’âdeti Ebediyye) kitabının 1016.cı sahîfesinde diyor ki: Abdüllahı Dehlevî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”, (Mekâtibi şerîfe) kitabının sekizinci mektûbunda buyuruyor ki, (Bâtındaki, Yani kalbindeki nispetin [bağlılığın] artmasına çalış! Allah ismini, bazen da Kelimei tehlîli çok zikr ederek, bazen salevât okuyarak, Kur’ânı kerîm okuyarak, Allahü teâlâ’ya yaklaşmağa uğraş!
Bu çalışmalarda gevşeklik olursa, bu fakîrin rûhaniyyetine teveccüh ediniz! Yahut, Mirzâ Mazheri Cânı Cânânın kabrine geliniz! Ona teveccüh edince, çok terakkî edilir. Ondan hâsıl olan fâide, bin dirinin fâidesinden dahâ çoktur. Gavsüssekaleyn Abdülkâdiri Geylânî ile ve Behâeddîni Buhârî ile de murâkabe ediniz!)
(Se’âdeti Ebediyye) kitabının 1086.cı sahîfesinde diyor ki: Nakşîbendî tarîkatının büyüklerinden Abdüllahi Dehlevî hazretleri, (Üç kitabın eşi yoktur. Bunlar, (Kur’ânı kerîm) ve (Buhârîi şerîf) ve Celâleddîni Rumînin (Mesnevî) sidir) buyurdu. Yani, Evliyâlık yolunun kemâlâtını bildiren kitâpların en üstünü (Mesnevî)dir.
Evliyâlık ve nübüvvet yollarının kemâlâtını ve inceliklerini bildirmekte ise, İmâmı Rabbânî’nin (Mektûbât)ının eşi yoktur. Görülüyor ki, Tasavvuf büyükleri, birbirlerini sever ve överlerdi. Abdüllahı Dehlevî hazretleri, yüz yedinci mektupta buyuruyor ki, (Mollâyı Rûm, Evliyânın büyüklerinden ve Ehli sünnet ve cemâat âlimlerinden idi.)
(Se’âdeti Ebediyye) kitabının 1121.ci sahîfesinde diyor ki: Şâhı Dehlevî Gulâm Alî Abdüllah “kuddise sirruh”, talebesinin büyüklerinden Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî ye “kuddise sirruh” gönderdikleri bir mektûbda, Mevlâ’nâ’nın derece ve fazîletlerini uzun uzun anlattıktan sonra, İmâmı Rabbânî “kuddise sirruh” hakkında şöyle buyuruyor: (Âlimler ve ârifler söylemişler ve yazmışlardır ki, İmâmı Rabbânî’yi sevenler, mümin ve müttekî olanlardır. Sevmeyenler de, münâfık ve şakîlerdir. İslâm memleketleri Hazreti Müceddidin feyiz ve nûrları ile doldu. Bütün Müslümânlara, Hazreti Müceddidin “rahmetullahi aleyh” nimetlerine şükr ve hamd etmesi vâcip oldu.)
Başka bir mektûbunda, (İnsanda bulunabilecek her kemâli, her üstünlüğü, Allahü teâlâ, İmâmı Rabbânî hazretlerine vermiştir. Vermediği yalnız Peygamberlik makâmı kalmıştır) demiştir.
(Se’âdeti Ebediyye) kitabının 1134.cü sahîfesinde diyor ki: Abdüllahı Dehlevî hazretleri, (Makâmâti mazheriyye) kitabında diyor ki, Hadîs âlimi Şâh Veliyyullah buyurdu ki, (Allahü teâlâ, bize sahîh keşifler ihsân eyledi. Bu zamânda, hiçbir yerde mirzâ Cânı Cânânın benzeri yoktur. Makâmlarda ilerlemek isteyen onun hizmetine gelsin!) Hadîs öğrenmek için kendisine gelenleri istifâde etmek için, Mazheri Cânı Cânân hazretlerine gönderirdi. Ona yazdığı mektuplarda, (Allahü teâlâ, fazîletlerin tecellî yeri olan sizlere uzun zamân selâmet versin ve bütün Müslümânları bereketlerinize kavuştursun!) derdi.
(Hak Sözün Vesîkaları) kitabının 319.cu sahîfesinde diyor ki: Abdüllah Dehlevî “rahmetullahi aleyh”, (Mekâtîbi şerîfe) nin yüz dokuzuncu mektûbunda buyuruyor ki, (Bütün İslâm memleketleri, İmâmı Rabbânî müceddidi elfi sânî Ahmed Fârûkînin feyizleri, nûrları ile doldu. Bütün Müslümânlara, Onun feyizlerinin şükrünü yapmak vaciptir. Onun bildirdiği yeni marifetleri, feyizleri, Evliyâdan hiçbiri bildirmedi. Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî ve Mevlevî Hirâtî ve Mevlevî Kamerüddîn Pişverî, önceden anlayamamışlar. Bu fakîrin yanına gelip, müceddidî feyizlerine kavuşunca, bu yolun yüksek derecelerini, makâmlarını anlamışlardır. Seyyid Muhammed Abdürresûl Berzencî, 1103 [m. 1690] de, hac dönüşünde denizde boğuldu.
Bunun (Serhend câhillerini ret) kitabı, muhâliflere senet olamaz. Ârif isminde birisi, (Mektûbât)ın ince bilgilerini, anlamayıp, değiştirerek, Fârisî’den Arabî’ye tercüme etmiş. Bu bozuk yazılar, Tasavvuftan haberi olmayan Berzencînin Medînei münevvere’de eline geçince, şaşkına dönerek, anlamadan, sormadan bu reddiyesini yazmıştır. Zâhir ve Bâtın ilimlerinde derin âlim olan mirzâ Muhammed Burhanpûrî, bu reddiyeyi görünce, Mektûbâtın yazılarını Arabî’ye doğru tercüme ederek, bunların şeriata uygun olduğunu ispat etmiş, bunu (Atıyetülahbâb firreddi alelmu’terıdı aleşşeyh Ahmed Fârûkî) kitabında yazıp, Mekke âlimlerine de tasdîk ettirmiştir.

Abdullah-ı Dehlevî kuddise sirruh Menkıbeleri

Bir sıkıntısı olduğunda din büyüklerinin yardımına kavuşurdu. Şöyle anlatır: Bir defasında karnım ağrımıştı. İmâmı Rabbânî hazretlerinin rûhâniyetinden yardım istedim. O anda kendisini gördüm. Yanıma teşrîf edip, râhatsızlığımı giderdiler.

Abdüllahı Dehlevî hazretlerinin talebelerinden iki tânesi, bir yolculuktan hocalarının yanına dönüyordu. Yolda kendi aralarında konuşurlarken; “Hocamızın yüksek huzûrlarına kavuştuğumuzda, bize ikrâm olarak ne isteyelim?” dediler. Biri; “Bana bir seccâde vermesini isterim,” dedi. Diğeri, “Bana bir takke vermesini arzû ederim,” diye konuştu. Huzûrlarına varınca, Abdüllahı Dehlevî hazretleri, onlara arzû ettikleri şeyleri ikrâm etti.

Bir gün yakşıklı bir gayri müslim genç, Abdüllahı Dehlevî’nin “kuddise sirruh” meclisine, severek gelip, sohbetini dinlemeye başladı. Meclistekilerin hepsi bu duruma hayret ettiler. Abdüllahı Dehlevî hazretlerinin mübârek nazarları o gence değince, gencin kalbinde bir değişiklik oldu. Hemen Müslümân oldu.


Talebesinden Mevlevî Kerâmetullah, zâtülcenb hastalığına yakalanmıştı. Abdüllahı Dehlevî hazretlerinin elini onun üzerine temâs ettirmesiyle, hastalık Allahü teâlâ’nın izniyle geçti.

Delhî Câmii’nin imâmı Mevlevî Fadl Ahmedin çocuğu uzun zamândır hasta yatıyordu. Bir gece rüyada, Abdüllahı Dehlevî hazretleri kendi evine gelip, hasta oğluna bir şey içirdi. Sabâh olunca oğlunun tamâmen iyileştiğini gördü. Çok sevindi. Sıdk ve hâlis bir niyet ile biraz para alıp, huzûruna geldi ve; “Bunları kabûl ediniz,” diye arz etti. Abdüllahı Dehlevî tebessüm edip; “Bu bizim geceki hizmetimizin ücreti midir?” diyerek, keşfi kerâmet buyurduğunda, Mevlevî Fadl Ahmed; ”Hayır efendim, bunlar, bu geceki, lütuf ve inâyetinize şükr bile olamaz,” dedi.

Abdüllahı Dehlevî hazretleri, bir gün Hakîm Nâmdâr Hânı ziyârete gitti. Onu sekerât hâlinde, gözlerini kapamış ve şuûru gitmiş buldu. Yakınları; “Hastalığının gitmesi için Allahü teâlâ’ya teveccüh ediniz” dediler. O da, hastaya bir baktı. O anda hastanın şuûru yerine geldi, gözlerini açtı. Bir müddet onunla konuştu. Abdüllahı Dehlevî “kuddise sirruh” kalkıp, mübârek adımını, kapısından dışarı atıp çıkınca, hasta hemen vefât etti.

Ölüm hâline yaklaşan birisini, dostlarından biri sırtına alıp, seher vaktinde Abdüllahı Dehlevî hazretlerinin huzûruna getirdi. Abdüllahı Dehlevî hazretleri duâ ettikten sonra, hastaya teveccüh buyurdu. O anda hasta iyileşti.

Talebelerinin büyüklerinden Mîr Ekber Alînin akrabâsından bir kadın hastalanmıştı. Abdüllahı Dehlevî hazretlerinden, hastalığının azalması için duâ ricâ etti. Fakat o duâ etmedi. Duâ etmesini istirhâm edince; “Bu kadın, on beş günden çok yaşamaz,” buyurdu. Allahü teâlâ’nın takdîri ile on beşinci gün vefât etti.

Mübârek dergâhlarının yakınında, Eshâbı kirâma düşman olan biri vardı. Abdüllahı Dehlevî’nin “kuddise sirruh” talebesi çok olduğundan, dergâh küçük geliyordu. Bunun için genişletilmesi lâzımdı. Kadından, o yeri istediler. Kadın vermedi. Nihâyet Delhînin ileri gelenlerinden Hâkim Şerîf Hânı ona gönderdiler ve; “Eğer satıp, para almaktan utanıyorsan, kıymetini gizli olarak gönderelim. Siz, nezr, hediye gibi bir isimle bize verdiğinizi söyleyin.” dediler. Allah’ın velî kullarına düşman olan bu kadın, Hâkimin sözünü kabûl etmedi. Ayrıca Abdüllahı Dehlevî hazretleri hakkında, Râfızîlerin âdetleri olduğu üzere çirkin, kaba sözler söyledi. Hâkim kalktı. Abdüllahı Dehlevî’nin yanına geldi ve durumu anlattı. Abdüllahı Dehlevî hazretleri ellerini açarak; “Yâ Rabbî, söylediklerini duydun!” dedi. Allah’ın takdîri ile o evde bulunanlardan bir çocuk hâriç, hepsi kısa zamânda öldü. Çocuk da hastalandı. Anladılar ki, yaptığımız kötü iş sebebiyledir. O çocuğu Abdüllahı Dehlevî’nin huzûruna gönderdiler. O yeri de hediye ettiler.