Peygamber Efendimizin mihmandârı, Eshâbı kirâmın büyüklerinden. Ensârdan yani Medineli Müslümanlardan. Türkiye'de "Eyyûb Sultân" olarak tanınır. Künyesi Ebû Eyyûb'dur. İsmi Hâlid olup, babasınınki Zeyd bin Kelîb, annesininki Hind binti Rebi'a bin Kâ'b idi. Baba tarafından, Zeyd bin Kelîb bin Salebe bin Abdi Avf bin Ganem bin Mâlik bin Neccâr; anne tarafından da Hind binti Rebi'a bin Kâ'b bin Amr bin İmrü'lKays bin Salebe bin Kâ'b'ın nesliyle Peygamber Efendimizle birleşir. Hazrec kabilesine mensûptur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Medine'de Melik Tübbe'nin evinde doğdu. Melik Tübbe, Hanif yani İbrâhim aleyhisselamın dininden olup, Yemen'de Resûlullah efendimizden yediyüz sene önce yaşadı.
Beklenen son Peygamberin yani Rasulullah efendimizin Medine'ye hicret edeceğini devrin büyük âlimlerinden öğrenip, buraya gelerek, yerleşti. Resûlullah efendimiz için dahi binalar yaptırıp, îmân ettiğini bildiren bir mektûb yazarak, bıraktı. Resûlullah sallallahü teala aleyhi ve sellem efendimiz, Hicreti Nebevî'de, Medinei Münevvere'yi teşrif edince, vaktiyle Melik Tübbe'nin yaptırdığı ve Hazreti Hâlid'in ikâmet ettiği evin yakınına devenin çökmesiyle bu mektûb çıkarılıp, Peygamber efendimize arz edildi. Resûlullah efendimiz bir hadîsi şerîfte "Tübbe'ye sövmeyiniz, çünkü O mü'min idi." buyurdu.
Ebû Eyyûbi Ensârî, Bi'setin yani Resulullah efendimize Peygamberliğinin bildirilmesinin onbirinci senesi (m. 620) Hac mevsiminde îmân ederek müslüman oldu. Ertesi sene Hac mevsiminde ikinci Akabe Biatinde bulunarak, Resûlullah efendimizin sohbeti ile şereflendi. Eshâbı kirâm ve Ensârı kirâmdan oldu. Hanımı Ümmü Eyyûb radıyallahü anha da müslüman olup, Peygamberimize hizmet ile şereflendi. Üç erkek, bir kız çocuğu vardı. Eyyûb, Abdurrahman, Hâlid erkek; Amre de kız çocuğudur.
Resûlullah Efendimiz miladi 622 yılında Mekke'den Hicret için çıktıktan sonra ondört gün Kubâ denen yerde kaldı. Buradan Medine'ye hareket etmek üzere ana tarafından akrabası ve dayıları olan Neccâroğulları'na haber gönderdi. Neccâroğulları kılıçlarını kuşanıp geldi. Resûlullah efendimiz, Cuma namazını kılıp, Medine'ye hareket ettiler. Medine'ye geldiklerinde yolun iki tarafını dolduranlar "Resûlullah geldi! Resûlullah geldi!" deyip, sevinç gözyaşları döküyorlardı. Medine uluları Peygamberimizin devesi Kusva'nın yularına sarılarak: "Yâ Resûlallah, bize buyurunuz! Size yabancı olmayan, hürmet eden, düşmanlarınızla mücadeleye gücü yeten ailemizde misafir olunuz!" diyorlardı. Resûlullah Efendimiz de "Deveyi kendi haline bırakınız. Çünkü, o me'murdur. Emir olunduğu yere gider; ona yol veriniz!" diye onlara teşekkür ediyordu. Onlar da deveyi bırakıyorlardı.
Deve, sonunda Neccâroğulları yurduna gelip çöktü. Peygamberimiz, "Akrabamız evlerinden hangisinin evi daha yakındır?" diye sorunca Neccâroğullarından Ebû Eyyûbi Ensârî: "Yâ Resulallah! Benim evim yakındır, işte şu evim, bu da kapı", diye göstererek Resûlullahı evine davet etti. Peygamberimiz Ebû Eyyûbi Ensârî hazretlerinin evinde Mescidi Nebevî, hücreler ve odalar bitinceye kadar kaldı.
Ebû Eyyûbi Ensârî, O'nun gece bekçiliğini ve muhâfızlığını yaptı. Kendisi, hanımı Ümmü Eyyûb Fâtıma ve annesi Hind gecegündüz, Resûlullah efendimize hizmet ettiler. Böylece Mihmandârlık makamı, Hazreti. Âdem'den kıyâmet gününe kadar, hiç kimseye nasip olmayan bir şeref, Ebû Eyyûbi Ensârî'ye nasip ve ihsan olundu. Evlerinde, şahıslarına pek çok hadîsi şerîf söylenmiştir. İlk gün Medine ahalisi, Hz. Ebû Eyyûbi Ensârî'nin evine geldi. Gelenlerin içinde Musevî âlimlerinden Abdullah İbni Selâm da vardı: Abdullah bin Selâm, Peygamber efendimizin cemâli şerîfine bakıp; "Bu yüz yalancı yüzü değildir" diyerek, hemen müslüman oldu.
Hz. Ebû Eyyûb'un ev sahipliği kusûrsuz; fakat kendisi huzursuzdu. Çünkü Efendimiz, alt katta oturmayı tercih etmişlerdi. Kendisinin üst katta oturması, Ebû Eyyûb hazretlerini ziyâdesiyle rahatsız ediyordu. Hele bir akşam, toprak tavana su dökülünce, ne yapacağını bilemedi. Örtündükleri tek yorganla suyu kuruladı. Aşağı damlamasına, mâni oldu. Sabaha kadar, gözlerine uyku girmedi.
Ertesi gün onu üzüntülü gören Allahü teâlânın Resûlü, sebebini sordular. O zaman dertli Sahâbî ricada bulundu:
Yâ Resûlallah, merhamet buyurunuz! Lütfen, kerem edin, yukarı kata teşrîf edin! Siz aşağı katta bulunurken, bizim yukarıda uyumamız mümkün müdür?
İki cihân güneşi Efendimiz, bu hassas ve ince kalbi kıramaz idi. Yukarı kata taşınmayı kabûl ettiler. Böylece başlayan sevgili Peygamberimizin bereketli misâfirlikleri ve Hz. Ebû Eyyûb'un mihmândârlığı, ev sahipliği; Mescidi Nebî yapılana kadar yedi ay kadar devam etti.
Hazreti Hâlid şöyle anlatır: Bir defasında Resûlullah efendimiz ile Hz. Ebû Bekr'e yetecek kadar yemek hazırlayıp, huzurlarına götürdüm. Resûlullah efendimiz; "Yâ Ebâ Eyyûb! Ensâr'ın eşrafından otuz kişiyi davet et" buyurdu. Ben yemeğin azlığını ve belki Resûli ekrem efendimiz bu yemeği çok zannettiler diye düşünürken tekrar, "Yâ Ebâ Eyyûb! Kureyş'in eşrafından otuz kişiyi davet et" buyurdular. Binlerce düşünce ile Kureyş'ten otuz kişi davet ettim, geldiler. O yemekten yediler, doydular. Bir mucize olduğunu anlayıp, imânları kuvvetlendi ve bir daha bîat ettiler. Gittiler sonra "Altmış kişi davet et" buyurdular.
Ben mucize, olarak yemeğin azalmadığını gördüğümden, daha ziyâde sevinerek altmış kişiyi davet ettim. Geldiler, o yemeklerden yediler. Hepsi Resûlullah efendimizin mucizesini tasdîk ederek döndüler. Ardından:
"Ensârdan doksan kişi çağır" buyurdular. Çağırdım, geldiler. Resûlullah efendimizin emri üzerine onar onar o sofraya oturup, yediler hepsi de bu büyük mucizeyi görüp, gittiler. Yemek ise benim götürdüğüm kadar, sanki hiç el sürülmemiş gibi duruyordu.
Hazreti Hâlid yine şöyle anlattılar; "Resûlullah'a daima akşam yemeği yapıp, gönderirdik. Kalanını, bize geri gönderdiği zaman, ben ve Ümmü Eyyûb, Resûlullah'ın elinin değdiği yerleri araştırarak, oralardan yer ve bununla bereketlenirdik. Yine bir gece, yapıp gönderdiğimiz soğanlı veya sarımsaklı yemeği Resûlullah efendimiz geri çevirmişti. Onda elinin izini göremeyince, feryâd ederek yanına gittim. "Yâ Resûlallah! babam, anam sana fedâ olsun! Siz akşam yemeğini geri çevirdiniz. Fakat, onda elinizin izini göremedim. Halbuki ben ve Ümmü Eyyûb, geri çevirdiğin yemekte elinizin değdiği yerleri araştırmakta ve bununla bereketlenmekteydik." dedim. Resûlullah efendimiz buyurdular ki; "Bu sebzede bir koku hissettim. Ondan yemedim. Ben melekle konuşan bir kişiyim." Ben "O yemek harâm mıdır?" diye sorunca, "Hayır! Fakat ben kokusundan dolayı ondan hoşlanmadım." buyurunca; "Senin hoşlanmadığın şeyden ben de hoşlanmam!" dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz, "Siz onu yiyiniz." buyurdu. Bir daha Resûlullah'a oyemekten yapmadık."
Peygamberimizin Herise (keşkek) yemeğini çok sevdiğini Ebû Eyyûbi Ensârî hazretleri bildirmiştir.
Resulullah efendimiz Ebû Eyyûbi Ensari'nin evinde Hanei seadet ve Mescidi Nebevi yapılıncaya kadar, altı ay civarında ikamet ettiler. Mescidi Nebevi yapılınca mübarek hanelerine teşrif ettiler.
Resûlullah efendimiz bir kuşluk vakti, hazreti Ebû Bekri Sıddîk ve ÖmerülFârûk ile beraber Ebû Eyyûbi Ensârî hazretlerinin evine gittiler. Bahçede çalışmakta olan Ebû Eyyûbi Ensârî hazretleri, Resûlullah'ın sesini işitip koşarak eve geldi. "Merhaba Yâ Resûlallah! Hoş geldiniz. Arkadaşlarınızla beraber safa geldiniz" diyerek karşıladı. Bahçede çalıştığını beyan edip, hurma ağacından bir salkım kopararak geldi. Salkımda üç çeşit hurma vardı. Resûlullah efendimiz "Yâ Ebâ Eyyûb! Bu salkımdaki kuru hurmaları ayır" buyurdu. Hazreti Ebû Eyyub; 'Yâ Resûlallah! Emir sizindir. Ancak, size hayvan kesip, et ikram etmek istiyorum." dedi. Resûlullah efendimiz de; "Eğer hayvan keseceksen, sütlü hayvan kesme" buyurdu.
Ebû Eyyûbi Ensârî oğlak kesip, Ummü Eyyûb da yarısını söğüş, diğer yarısını da kızarttı. Sıcak bir ekmek hazırladı. Etleri ekmeğin üzerine koyup, sofraya getirdi. "Yâ Resûlallah, buyurunuz" deyince, Resûlullah efendimiz; "Yâ Ebû Eyyûb! Bu ekmek ile etten bir parça da kızım Fâtıma'ya götür, çünkü ben biliyorum ki; epey zamandan beri Fâtıma bu yemeği yememiştir" buyurdu. Emir yerine getirilip, sofra kalktıktan sonra Peygamberimiz "Bütün bu nimetler, ekmek, et, hurma, taze hurma ne güzel. Bu nimetler şükür ister." buyurup ağladılar. "Nefsim, yed'i kudretinde olan Allahü teâlâya yemin ederim ki, bu nimetler yüzünden, yarın kıyâmet gününde siz suâl olunacaksınız" buyurduktan sonra ilâve ettiler; "Ancak, sağlığınızda elinize geçen ni'metleri yemeğe başlarken "Bismillah", doyduğunuz zaman da "Elhamdülillahillezî eşbaanâ ve ename aleynâ feefdale" diyerek Cenâbı Hakk'a şükür ve duâ ediniz. Zira, Cenâbı Hakk'ın verdiği rızık, bu sebeple, size kifâyet eder."
Ebû Eyyûbi Ensârî hazretlerinin, Peygamber Efendimiz için, hergün bir sofra hazırlamak âdetiydi. Bu izzet ve ikramıyla derecesi çok yükseldi.
Ebû Eyyûbi Ensârî hazretlerinin Ensârı kirâm, Eshâbı kirâm, Mihmandârı Nebevî gibi üstünlüklerinin yanında daha pekçok hâlleri vardır. Bedir, Uhud, Hudeybiyye ve diğer bütün gazvelerde (harplerde) Resûlullahın yanında bulundu ve Resûlullahın hayır dualarına kavuştu. Bir çok muharebelerde sancaktarlık hizmeti ile şereflendi. Bu sebeple kendisine (Sancaktârı Resûlullah) unvanı da verildi. Resûlullah efendimiz, Eshâbı kirâm arasında âhiret kardeşliği sözleşmesi yaptırırlarken, Hâlid bin Zeyd ile Mus'ab bin Umeyr hazretleri arasında da âhiret kardeşliği akdi yaptırmıştır.
Hâlid bin Zeyd hazretleri Cemel ve Sıffîn vakalarında, Hazreti Ali'nin yanında bulundu. Kumandanları arasında yer aldı. Hazreti Ali şehîd oluncaya kadar hep yanında bulundu. Suriye, Filistin muharebelerinde Mısır ve Kıbrıs'ın fethinde de bulundu. Gayet şecaatli ve pek kahraman idi. Bir muharebede bir özründen dolayı bulunamadığı için hep üzülürdü.
Ebû Eyyûb hazretleri, zafer kazanılan bir deniz savaşından sonra, esirler arasında bir kadının ağladığını gördü. Nöbetçilere sordu:
Bu kadın, niçin ağlar?
Bilmiyoruz, yâ Ebâ Eyyûb.
Kadının dilini bilen birini buldurttu. Onunla konuşturdu. Sonra tercümana sordu:
Niçin ağlıyormuş?
Çocuğundan ayrı kalmış efendim.
Hz. Ebû Eyyûb, derhal vazîfeliyi bularak dedi ki:
Çocuğu bulun ve anasının yanına getirin. Yeter ki, anacığına kavuşsun.
Oradakiler sordular:
Yâ Hâlid!.. O kadını tanıyor musunuz yoksa?
Allahü teâlânın Resûlünün âşığı, cevap verdi:
Sevgili Peygamberimizden işittim ki: "Her kim, bir çocuğu, anasından ayırırsa; Cenâbı Hak da onu, âhıret gününde bütün sevdiklerinden ayırır."
Çok cömert idi. Evi herkese açıktı. Eline geçeni Allah yolunda verirdi. Köleleri ve cariyeleri azâd eder, onlara ihsanda bulunurdu. Sünneti seniyyeye çok bağlı idi. Dünyayı sevmez, dünyâlıktan hoşlanmazdı. Resûlullah'ın vefâtından sonra sık sık Ravdai mutahhera'ya gidip, ağlardı. Bir defa imâm olup, yanındakilere namaz kıldırdıktan sonra, arkadaşlarına: "Seytân kalbime vesvese etti ve bana, bu insanların arasında imamlığa müstehak senden baska bir ferd yoktur. Sen şimdi insanların hepsinden efdalsın, bu açık bir hâldir dedi ve bundan sonra mecbur olmadıkça imamlık yapmayacağıma kalbimi ucub ve riyadan koruyacağıma söz verdim" buyurdu.
Ebû Eyyûbi Ensârî aynı zamanda ilim ve takvada da çok ileri idi. Vahiy kâtipliğinde bulunmuştur. Hemen birçok Sahâbî kendisinden ilim ve hikmet dersleri almış, Kur'ânı kerîmin ve hadîsi şerîflerin doğru anlaşılmasında kendisine müracaatta bulunmuştur. Kurrai Kirâm'dan yani, Kur'ânı kerîmi ezbere bilenlerin meşhûrlarından olup, Sahabenin kıraat âlimlerinden idi. O her gittiği yerde "Mihmandârı Nebevî" olarak büyük alâka ve hürmet görmüştür.
Hazreti Ali'nin, hilâfeti zamanında Basra valisi Abdullah bin Abbas'ın yanına gitmişti, İbni Abbas kendisini görünce ona pek çok hürmet etmiş ve konağını ailesine tahsis etmiştir. Basra'dan ayrılırken de, konağın bütün kıymetli eşyaları hediye edildi. Yirmibin veya kırkbin dirhem gümüş, yirmi ve kırk köle ihsan ve takdim edilmişse de, o köleleri âzâd etti ve paraları da onlara dağıttı.
Hazreti Muaviye zamanında Mısır'ı da ziyâret eden Ebû Eyyûbi Ensârî burada da büyük hürmet ve alâka ile karşılanmıştır. Mısır Valisi Ukbe bin Âmir idi. Vali ile aralarında şöyle bir hâdise geçti: Vali bir gün akşam namazına gecikti. Cemâat bir hayli bekledi. Nihayet cemaate gelip imâm oldu. Namazı geç de olsa kıldırdı. Cemâat arasında Ebû Eyyûbi Ensârî de vardı. Namazdan sonra Ebû Eyyûbi Ensârî, valiye "Ey Ukbe, Resûli Ekrem'in akşam namazını geciktirenler hakkında şu sözünü duymadın mı? "Ümmetim, akşam namazını yıldızların gökyüzünü kaplamasına kadar tehir etmedikçe hayır üzeredir, yahut fıtrat üzeredir."
Vali, "Evet" diye cevap verince, "O halde akşam namazını niçin bu kadar geciktirdiniz?" diye sordu. Ukbe, meşguliyeti sebebiyle bu gecikmenin vâki olduğunu ifade edince, Ebû Eyyûbi Ensârî "Yemin ederim ki, senin bu yaptığını görerek halkın Resûlullah da böyle yapardı, zehabına düşmesinden endişe ederim" dedi ve valiyi ikaz etti.
Onun Mısır seyahatinin asıl sebebi bir hadîsi şerifi, validen tahkik etmekti. Resûli Ekrem'den rivâyet edilen hadîsi bizzat Peygamber efendimizden duyan Ukbe'den başkası hayatta kalmamıştı. Ebû Eyyûbi Ensârî, durumu Ukbe'ye bildirip, kendisini dinlemek istediğini söyledi. Ukbe mezkûr hadîsi şerifi şu şekilde anlattı: Resûli Ekrem buyurdu ki: "Her kim bu dünyâda bir mü'minin kusurunu örterse, Cenâbı Hak da kıyâmet gününde onun kusurunu örter." Ebû Eyyûb böylece bir hadîsi tahkik etmenin gönül huzuru ile Medine'ye dönmüştür.
Onun için, Allah yolunda cihâd için cepheye gitmek ne ise, bir hadîs için de uzun yolları katetmek aynı derecede mukaddes bir vazifeydi.
Ebû Eyyûbi Ensari, dört halife devrini de idrak ederek nihayet Hazreti Muaviye'nin İstanbul fethi için teşkil ettiği orduya da yetişmiştir. Resûlullahın İstanbul fethi için verdiği müjdeyi kalbinin derinliğinde bir sır gibi saklıyordu. Yaşı ilerlemesine rağmen bu müjdeye kavuşma şerefi ve heyecanıyla dolu idi.
Hicretin ellinci (m. 670) senesinde Mısır'a gelerek bizzat katıldığı bu ordu ile İstanbul önlerine kadar gelen Ebû Eyyûbi Ensârî, çarpışmalar sırasında hastalandı ve yatağa düştü. Hasta yatağından harbin seyrini takip ediyor ve bir an önce iyileşip, savaşmayı arzuluyordu. Ordu kumandanı Yezîd bin Muaviye kendisini bizzat gelip ziyâret etti. İyi olması temennisinde bulundu. Yezîd'in ziyâretinden memnun olan Ebû Eyyûbi Ensârî ecelinin yaklaştığını hissederek, Peygamber efendimizin "Kostantiniyye'de kalenin yanında bir reculi sâlih defn olunacaktır" hadisini naklederek; "Şayet burada vefât edersem, cenazemi hemen defn etmeyin. Ordunun gidebileceği yerin en ileri noktasına kadar götürün ve beni oraya defn edin." vasiyyetinde bulundu. Mihmandârı Nebevî, demek ki, manevî olarak defn edileceği yeri görmüş ve müslümanların hayâli olan İstanbul fethine bir adım daha yakınlaşmak istemişti. Gerçekten bir müddet sonra Ebû Eyyûbi Ensârî ruhunu Rahman'a teslim eyledi. Vasiyeti üzerine askerler naaşım elleri üzerinde ordunun vardığı en uç noktaya taşıdılar. Tekbir ve dualarla defn ettiler.
Hz. Ebû Eyyûbi Ensârî sağlığında göremediği o fethi vefâtından sonra kabrinden temaşa etmişti. Bu bakımdan İstanbul'un manevî fatihi olarak kabul edilen Ebû Eyyûbi Ensârî, bu toprakları asırlardır şereflendirmiş ve nurlandırmıştır. Onun defn edilmesinden sonra ordu kumandanı Yezîd, mezarına bir zarar gelmemesi için, Bizans Kayserine bir elçi gönderdi. Orada yatanın Peygamber Mihmandârı olduğunu ve ona gelecek en küçük bir zararın, İslâm dünyâsında bulunan bütün kiliselerin yıkılıp yerle bir olmasına sebep olacağını ihtar etti. Gerek bu tehdit, gerekse Hazreti Peygamberin büyük Sahâbîsi olması sebebiyle, hıristiyanlar onun mezarına zarar verememiş, hattâ müslümanlar gibi onun mezarını ziyâret ederek manevî yardımını dilemişlerdir. Zamanla o mezarda yatan zâtın hüviyeti Bizanslılarca unutulmuş, fakat manevî havası sonraki asırlarda da devam etmiştir.
Bundan sonra İstanbul üzerine daha pek çok sefer tertip edilmiştir. Ancak her defasında muhkem kalelerle korunan şehir feth edilememiş, bu şeref Osmanlı Pâdişahı Fatih Sultan Mehmed Hân ve askerlerine nasip olmuştur. Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmed Hân (14291481) İstanbul'un fethini gerçekleştirdikten sonra devrin büyük âlim ve gönül sultanlarından Akşemseddin hazretlerine: "Ey benim muhterem Hocam! Tarih kitaplarının yazdığına göre, Sevgili Peygamberimizin mihmandârı Ebû Eyyûb elEnsârî'nin mübârek kabri, burada (İstanbul) kalenin yakın bir yerindeymiş. Himmetinizle kabri şerîfin yerini bulmak ve bilmek arzusundayım" buyurunca Akşemseddin, Sultana hitaben; "Sultanım ben geceleri şu semtte bir yere nûr inmekte olduğunu görüyorum. Zan ederim ki, o nurun indiği yerde, o mübareğin kabri şerîfi olsa gerektir" buyurdu.
Beraber bugünkü türbenin bulunduğu yere geldiler. Akşemseddin hazretleri bir müddet teveccühte bulunduktan sonra: "Evet, Ebû Eyyûb elEnsârî'nin ruhu şerifi ile şimdi mülâkat ettim, İstanbul'un fethini tebrik edip, "Beni zulmeti küfürden kurtardın." buyurarak ferah ve sürûrunu belirtti buyurunca, Fatih Sultan Mehmed Hân ve Akşemseddin ile maiyeti hep beraber, işaret edilen yere geldiler. Sultan Fatih, Akşemseddin hazretlerine; "Efendim! Kabri şerîfin yerini tayin buyurunuz ki, üzerine türbe yapalım" dedi. Akşemseddin hazretleri şimdiki türbenin bulunduğu yerde bir müddet teveccüh ve murakabede bulunduktan sonra, mezarın baş tarafından bir yeri göstererek: "Burasını kazınız. İnşâallahü teâlâ, iki arşın sonra yazılı bir mermer çıkacaktır. İşte orası Mihmandârı Ebû Eyyûb elEnsârî'nin kabri şerifidir" buyurdu. İşaret edilen yer kazıldı. Buyurduğu gibi yazılı mermer bulundu. Sultan Fatih, Akşemseddin hazretlerinin kerâmetine hayran kalıp, ziyadesiyle memnun oldu. Fatih Sultan Mehmed Hân, Ebû Eyyûbi Ensârî hazretlerinin kabri üzerine bir türbe, Akşemseddin ve ailesine mahsus odalar ile bir de câmii şerîf bina ettirdi. Burası bütün müslümanların ziyâretgâhı haline geldi. Câmii şerîfe 1723 senesinde iki uzun minare yapıldı. Osmanlı Sultanı Üçüncü Selim Hân, Eyyûb Sultan Camii'ni 1800 senesinde yeniden yaptırdı, ilk Cuma namazında Sultan Selim Hân da bulundu. Türbenin tamirini Osmanlı Sultanlarından ikinci Mahmud Hân da 1808, 1839 yaptırdı. Eyyûb Sultan Camii'nin son tamirini 1960 senesinde devrin başvekili Adnan Menderes yaptırdı. Sanduka üzerindeki yazılar, Sultan'ın el yazısıdır. Türbedeki asılı levhadaki iki beyti Sultan Üçüncü Selim Hân söyleyip, devrin meşhûr hattadı Yesârîzâde yazmıştır.
Alemdârı Kerimi şâhı iklimi risâletsin Muinim ol benim, dâim, behakkı Hazreti Bari Selim ilhâmi her dem, yüz sürer bu Ravzai Pâke Şefaatle kerem kıl, yâ Ebâ Eyyûb elEnsârî
Hz. Ebû Eyyûb elEnsârî, Peygamber efendimizden bizzat işiterek 150 hadîsi şerîf rivâyet etti. Bunlardan bazıları şunlardır:
Bir gün Hâlid bin Velid'in oğlu Abdurrahman muharebe sırasında yakaladığı dört esirin katlini emretmişti. Dördünün de atılacak oklarla can vermesini istemişti. Ebû Eyyûb bunu haber alınca Abdurrahman'ı ikaz etmiş ve "Resûli Ekrem'den işkenceli ölümleri nehy ettiğini duydum" diyerek bir hadîsi şerîf nakletmiştir.
Bir başka rivâyetinde:
Bir adam Resûlullaha gelerek, "Yâ Resûlullah , bana veciz şekilde nasihat eder misin?" dedi. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz nasihat isteyen o adama şöyle dedi: "Namazını kıldığın zaman, sanki dünyâya veda ediyormuşsun gibi ol, yarın özür dileyeceğin bir sözü söyleme, insanların elindekinden ümidini kes."
"Ramâzanı şerif ayında tamamen oruç tuttuktan sonra, şevval ayında altı gün daha oruç tutan kimse, bütün sene oruç tutmuş gibi olur."
''Müslüman kişinin kardeşi üzerinde yerine getirmesi gereken altı hakkı vardır. Bunlardan birini yapmadığı zaman, altı hakkından birini yerine getirmemiş olur: 1-Ona rastladığında selâm vermesi, 2- Onu yemeğe çağırdığı zaman dâvetine icâbet etmesi, 3-Aksırdığı zaman ona dua etmesi, 4-Hastalandığı zaman ona uğraması, 5-Öldüğü zaman cenazesinde bulunması, 6Kendisinden nasihat ve yol göstermesini istediği zaman ona yol göstermesi."
"Kim Allaha ortak koşmadan ibâdet eder, namazı kılar, zekâtı verir. Ramazan ayında oruç tutar ve büyük günahlardan sakınırsa, muhakkak onun için Cennet vardır." Eshâbı kirâm, "Yâ Resûlallah! Büyük günahlar nelerdir?" diye sordular. Resûlullah buyurdu ki: "Allah'a ortak koşmak, müslüman bir kimseyi öldürmek ve cihâddan kaçmaktır."
"Kılınan her namaz hatalara bir set çeker."
"Sizden birisi helâya gittiğinde kıbleye yönelmesin ve kıbleye dönmesin."
"Akşam namazına, yıldızlar doğmadan önce acele ediniz."
"Sadakanın efdali, en faziletlisi akrabaya verilendir."
"Bir müslümana, din kardeşini, üç günden daha fazla terk etmek, karşılaştıklarında birbirinden yüz çevirmek helâl olmaz. Bunların en hayırlısı ilk önce selâm verendir."