Esad Efendi (Sahhaflarşeyhizâde) Rahmetullahi aleyh Hayatı
Osmanlı Devleti zamânında yetişen âlimlerden. İsmi, Muhammed bin Hacı Ahmed Efendidir. Sahhâflarşeyhizâde adı ile meşhur oldu. Aslen Arapkir'in Merdivenli köyündendir. 1789 (H.1204) senesinde İstanbul'da doğdu. 1848 (H.1264) senesinde, meclisi meârifi umûmiyye reisi iken, İstanbul'da vefât etti.
Es'ad Efendi, küçük yaşta babasından ve çeşitli hocalarından ilim öğrendi. Kudüs ve Mısır kâdılığında bulunan babası onu yanından ayırmadı. Babası Medîne kâdılığına tâyin edilince, yolculuk esnasında bindikleri gemi battı. Babası şehîd oldu. Kazâdan sâlimen kurtulan Es'ad Efendi, İstanbul'a döndü. Hâlet Efendinin derslerine devâm ederek, talebeleri arasına katıldı. 1808 senesinde iptidâî hâric derecesi ile müderrisliğe, bir süre sonra bu görevden, Adapazarı nâibliğine tâyin edildi. Sonra çeşitli yerlerde nâiblik yaptı ve 1825 senesi Safer ayının on beşinde, fiânîzâde Atâullah Efendinin yerine vak'anüvisliğe (devletin resmî târihçiliğine) getirildi. Es'ad Efendi, Vak'ayı hayriyede yeniçeriliğin kaldırılması hakkında Pertev Efendinin yazdığı pâdişâh fermânını Sultanahmed Câmiinde okudu.
Es'ad Efendi, 1828 senesinde Rus cephesine gönderilen Selim Mehmed Paşa kumandasındaki orduya Edirne pâyesi ile kâdı tâyin edildi. Sonra İstanbul'a dönen Es'ad Efendi, vak'anüvisliği yanında, çeşitli vazîfelerde bulundu. 1835 senesinde Mehmed Şahın tahta çıkışını tebrik için, muvakkat büyük elçi ünvânı ile İran'a gönderildi. Bu vazîfeden döndükten bir müddet sonra Rumeli kâdıaskerliğine tâyin edildi. 1848 senesinde de, sıbyan mekteplerinin ıslâhı için kurulan Meclisi meârifi umûmiyye reisliğine tâyin edildi. Bu vazîfede iken vefât etti.
Muhammed Es'ad Efendi, zayıf bünyeli, zekî, vaktini okumaya ve yazmaya hasretmiş, âlim, şâir ve zarif bir zâttı. Sofiyyei aliyyenin büyüklerinden, İslâm bilgilerinin mütehassısı Mevlânâ Hâlidi Bağdâdî hazretlerinin sevenlerinden idi. Kendisiyle dâimî olarak mektuplaşır, nasîhat ve duâlarını alırdı.
Mevlânâ Hâlidi Bağdâdî hazretlerinin Muhammed Es'ad Efendiye yazdığı mektubun bir kısmı şöyledir:
"Sıhhatte olduğunuzu bildiren mektubunuz geldi. İnkarcıların çok olmasına rağmen, bu yolda ve sünneti seniyye üzere sebâtınızı, devâmınızı ifâde etmeniz bizi sevindirdi. Bu sebeple Allahü teâlâya tekrar tekrar hamd ettim. Hakkülyakîn sırlarından habersiz bâzılarının, evliyâya kalben bağlanmayı bid'at saydıkları, aslı ve esâsı olmadığını iddiâ ettikleri, bu fakîrin kulağına geldi. Hakîkat aslâ onların dedikleri gibi değildir. Bilâkis kalben bağlılık Müceddidiyye yolunun mühim bir esâsıdır. Hattâ o, Kur'ânı kerîme ve Resûlullah efendimizin sünneti seniyyesine tam olarak yapıştıktan sonra, maksûda kavuşturacak yolların en büyüğüdür. Büyüklerimizden bâzısı tasavvuf yoluna kavuşmak için, sâdece kalb ile olan bağlılıkla yetinmemişlerdir. Fenâfillah, kalbin yalnız Allahü teâlâdan başka her şeyi terk etmesi mertebesinin başlangıcı olan hocada fâni olmaya en çabuk ve kolay götüren yol olduğunu kesin bir şekilde ifâde etmişlerdir.
Tasavvuf yolunun büyüklerinden, Hâce Ahrâr diye bilinen, Şeyh Ubeydullahi Ahrâr şöyle buyurdu: "Sâdıklarla berâber olmak Kur'ânı kerîmde emrolunmuştur. Onlarla berâber olmak, hem sûreten hem de mânen olur. Sonra onlarla mânen berâber olmanın, kalbî bağlılık ile olduğunu açıkladı. Bu husus, ehlince mâlum ve meşhûrdur. Reşahât kitabında, tafsilatlı olarak yazılmıştır."
Sanıyorum, kalben bağlanmayı kabûl etmeyenler, onu ıstılah mânâsı ile düşünmediler. Eğer bu husûsu ıstılah mânâsı tasavvuftaki mânâsı ile düşünselerdi, onu inkâr etmezlerdi. Çünkü tasavvufta kalben bağlılık, talebenin edeb üzere olması ve hocasının huzûrunda olduğu gibi, gıyâbında da ondan feyz alması için, sûretini çok hatırında tutmakla fenâfillah mertebesinde olan hocasının rûhâniyetinden yardım istemektir. Talebe hocasının sûretini hatırına getirmek sûretiyle tam bir huzûra kavuşur ve kalbi nûrlanır. Bu sebeple kötü işlerden sakınır. Kalben bağlılığın bu mânâda inkârı düşünülemez. Bunu ancak Allahü teâlânın, alnını hüsran ile mühürlediği kimselerden başkası inkâr etmez. Bu şekilde saâdetten mahrûm olmaktan ve gazâba uğramaktan Allahü teâlâya sığınırız. Çünkü; "Bir kimse evliyâya inanıyorsa, kalben bağlılığın güzelliğini ve faydasının büyüklüğünü anlar." buyrulmuştur. Hattâ bu hususta ittifak etmişlerdir. Evliyânın sözlerine tâbi olan kimse için bu husus gizli değildir.
Ayrıca, dört mezheb âlimlerinin büyükleri de, kalben bağlılığın faydasından açıkça bahsetmişlerdir. Şimdi ben, kalbinde evliyâyı inkâr hastalığı bulunmayanın mürâcaat edebilmesi, sırf nefsine uymak sûretiyle evliyâyı kabûl etmeyen kimselerin inkâr etmemesi için, bu âlimlerin sözlerini, yerlerini de söylemek sûretiyle bildireceğim:
İmâmı Şa'rânî, EnNefehâtülKudsiyye kitabında, zikrin âdâbını anlatırken, yedincisi için şöyle dedi: "Talebe, hocasını gözünün önüne getirecek. Bu, bu yolun büyüklerine göre, zikrin edeplerinin en büyüğü ve en mühimidir."
Yine Hanefî mezhebi âlimlerinin büyüklerinden olan Allâme Şerîf Cürcânî, Şerhi Mevâkıf'ın sonlarında, evliyânın sûretlerinin talebelerine göründükleri, talebelerin onlardan feyz aldıkları, hattâ vefâtlarından sonra da onların feyzlerinden istifâde edildiğinin sahîh olduğunu bildirmiştir.
Abdülkâdiri Geylânî hazretleri de şöyle buyurdu: "Tasavvuf yoluna giren bir kimse, evliyâyı kirâm ile kalben bağlantı yapar. Bu bağlantı sebebiyle, bâtınen hatırladığı velîden istifâde eder."
Şemsüddîn ibni Kayyım, KitâbürRûh adlı eserinde şöyle demektedir: "Rûhun, bedenin durumundan başka bir durumu vardır. Rûh, refîki âlâda bulunur. Meyyitin bedenine bitişir. Şöyle ki; rûh sâhibine selâm verilince, selâma cevap verir. Fakat rûh yine refîki âlâda kendi yerindedir. Bu mânâda olan deliller pekçoktur. Bütün bunlar vefâtlarından sonra evliyânın bir nevî tasarruflarının olduğuna delâlet eder."
Beni bu mevzûlardan bahsetmeye sevkeden sebep; Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya vesîle, temeli Ehli sünnet akâidine yapışmak olan, Resûlullah efendimize tâbi olmak, ruhsata yapışmayı terketmek, azîmetlere yapışmak, murâkabeye devâm etmek, Allahü teâlâya yönelmek, Allahü teâlâdan başkasından yüz çevirmek, Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etmek, dînî ilimleri öğrenmek ve öğretmek, müslümanların avâmı gibi görünmek, gizli zikr yapmak, nefes alıpverirken dahi Allahü teâlâdan gâfil olmayacak şekilde nefslerini muhâfaza etmek, Allahü teâlânın ve Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem ahlâkı ile ahlâklanmaktan ibâret olan tasavvuf yolunu müdâfaa etmektir."
Muhammed Es'ad Efendi çoğu yazma olmak üzere topladığı dört binden fazla eseri konağının yakınında yaptırdığı kütüphâneye vakfetti. Es'ad Efendinin kitapları bugün Süleymâniye Kütüphânesinde olup, kütüphâne olarak yaptırdığı binâ depo hâlindedir. Es'ad Efendinin yazdığı eserlerden bâzıları şunlardır:
1) Târih: 1821-1825 seneleri arası târihî vak'aları anlatan iki ciltlik bir eserdir. 2) Üssi Zafer: Yeniçeriliğin kaldırılmasını anlatan kıymetli bir târih kitabıdır. 3) Teşrîfâtı Kadîme, 4) Zîbâi Tevârih, 5) Sefernâmei Hayr: Sultan İkinci Mahmûd Hanın, 1831 senesinde Trakya'ya yaptığı seyahati anlatmaktadır. 6) ÂyâtülHayr, 7) Bağçei Safâendûz, 8) Münşeât, 9) Dîvân, 10) fiâhidülMuverrihîn, 11) Mustadraf Tercümesi, 12) ElVirdülMüfîd fî ŞerhitTecvîd, 13) Es'ile ve Ecvibe, 14) Meshi Ricl ve Meshi Huff, 15) KevkebülMes'ûd fî KevkebilCünûd, 16) Pendnâme, 17) İhtilâfütTevrâtîn.
Dîvân sâhibi olan Es'ad Efendinin şâirliği tezkirelerde de övülmektedir.