Küçük Emir Efendi (Şimşir Baba) Rahmetullahi aleyh Hayatı
İran'da doğup yetişmiş büyük velî. Asıl ismi İbrâhim'dir. Küçük Emir diye meşhur olmuştur. Ülkesinde Ehli sünnet müslümanlara karşı yapılan zulümler sebebiyle önce Amasya'ya gelerek Yenice Nahiyesine yerleşmiş, oradan da İstanbul'a gelmiştir. İstanbul'da çeşitli medreselerde müderrislik yapmış olup en son Eyyûb Sultan Camii Kebîr Medresesinde görevli iken 1528'de (H.935) vefât etmiştir. Kabri Eyyûb Sultan Camii'nin sol tarafında ihâta duvarı dibindedir. Türbelerine, Caminin Haliç kapısından çıkılınca Beybaba Sokağından girilir. Bugün türbenin etrafı ve üzeri açık olup kabir taşlan koyu yeşile boyanmıştır. Günümüzde Şimşir Baba ismiyle tanınıp ziyâret edilmektedir.
Küçük Emir Efendi; âlim, ilmiyle âmil, faziletli, kâmil, haseb ve neseb itibariyle her bakımdan meşhur, evliya mertebesine yükselmiş büyük bir velidir. Babaları da keramet sahibi idi. Nitekim bir menkıbesi şöyle anlatılır:
Ömrünün sonunda gözleri görmez oldu. Bir gün muhterem oğlu Şimşir Dede başı açık yanına geldi. Babaları:
"Evladım! Başını açma, hava soğuktur, soğuk zarar vermesin" dedi. Seyyid ibrahim:
"Babacığım! Gözleriniz bu halde iken benim başımı açtığımı nasıl bildiniz?" dediler.
"Hak teâlâya senin yüzünü görmek için gözümün açılmasını niyaz ettim. Kabul olup gözlerim açıldı, senin başının açık olduğu vakte tesadüf etti. Şimdi gene eski hâli gibi oldu" dediler.
Sultan Bayezidi Veli Amasya'da şehzade iken Şimşir Dede'nin babalarına giderler. Dualarını isterler. Bayezid ava çok meraklı idi. Şimşir Dede'nin babası ona av için fazla ifrat etmemesini tavsiyede bulunmuştu.
Bir gün gene av yerinde bir geyik sürüsü görüp tam yayını gerip okunu atacak iken elini yaydan çekti. Merhum, Bayezid'e elini yaydan neden çektiğinin sebebini sorduklarında Bayezid Han:
"Oku tam çekmeyi murad ettiğimde Seyyid İbrahim'in babasını bir geyik üzerine binmiş, bana doğru geldiğini gördüm ve: 'Ben seni avdan nehyetmedim mi? Niçin ikâzlarıma aldırmıyorsun' dedi. Ben de
Küçük Emir Efendi elimi yaydan çektim. Sözünün şiddetinden
Hazretlerinin kabri korktum" buyurdular.
Şimşir Dede tam civanmerd, iffet ve şecaatte büyüdüğü bir çağda ilim tahsili için Bursa'ya Şeyh Sinaneddin Hazretlerine gelir ve onun hizmetine girer. Bursa'da Ulu Cami'de itikâfa girer. Bir müddet sonra bir rüya görür ki, bir merkeb üstüne binmiş. Merkebin yuları yerde sürünüyor. Merkebin üstünde bir kab içinde şarap var. Arkasında dünya güzeli bir çocuk oturuyor, elinde bir tanbur, çalıp durur. Uyandığında bu olay ona çok hüzün verir. Şeyhi Sinaneddin Hazretlerine anlatır. O da:
"Üzülme. Rüyan hayırdır. Zira şarap cezbe suretidir. Çocuk ruhtur, tanbur âlemi kudsiye cezbettiricidir. Merkebin yuları elinde olmadığı için sen bundan sonra kimsenin terbiyesine muhtaç değilsin" diye rüyayı tabir eder. Ve tabir ettikleri gibi olmuştur.
Daha sonra ilimle meşgul olmuştur. Bundan sonra Sultan Bayezid merhumun oğlu Şehzade Korkut'a ve Karamani Mehmed Paşa'nın oğluna ilim öğretmiştir. Sonra Merzifon medresesine, daha sonra Karahisar medresesine, sonra İstanbul'da Kocamustafapaşa medresesine, daha sonra da Amasya'da Sultan Bayezid medresesine, tayin olmuştur. Bu görevden 100 dirhem aylıkla emekliliğini istemişlerdir.
Yavuz Sultan Selim Han tahta çıktıklarında Şimşir Dede'ye Eyyüb Sultan Hazretlerinin yakınında bir ev takdim etmiştir. Vefatına kadar burada oturmuş ve şimdiki yerine defnedilmiştir.
Şimşir Dede insanlardan ayrı, ilim ve ibâdetle meşgul, zâhid bir zât idi. Yanında zenginfakir eşit idi. İffet, salâh ve takva sahibi idiler. Yattığı yerde uyumaz, daima oturduğu yerde uyurlardı. Bir kimseye hatta en yakınlarına bile bir şeyi emir yolu ile dahi olsa söylememek âdetlerindendi. Su içmek istese, emir olur diye korkar, "bardağı doldur" demezdi. Fukaraya çok sadaka verirdi.
Uzun boylu, yüzü çok güzel, ilim ve ibâdet neş'esi yüzünden belli idi. Kırıcı, üzücü olmayan, konuşması düzgün, büyük küçük herkese hürmet eden, mütevazı, hoş görülü bir zât idi. Hat yazısını çok iyi bildiğinden bir çok kitaplara yazı yazmıştır.
Taşköprülüzâde merhum hakkında şöyle nakleder:
"Ölümü yaklaştığı bir vakitte yanına vardım. 'Hak teâlâ kerîm ve lâtîfdir. Lütf ü kereminden o kadar şey inayet ettiler ki, anlatmaktan âcizim' diyerek nefs ile meşgul oluyordu.
Yanından ayrılıp gittim. O gece vefat ettiler. Beş vakit namazda cemaate devam eder, yatsı namazından sonra seccadeden çıkmayıp sabah namazına kadar niyaz ederdi."