; Evliya Kabirleri | Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sirruh

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sirruh

  Hayatı   Fotoğraflar   Menkıbeleri
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sirruh

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sirruh Hayatı

Şâmda yetişmiş Ehli sünnet âlimlerinin ve Velîlerin büyüklerinden idi. Asırının müceddidi idi. Silsilei aliyye denilen büyük âlimlerin yirmi dokuzuncusu idi. Babasının İsmi Ahmeddir. İsmi Hâlid, lakabı Ziyâüddîndir. Bağdâdî diye de meşhûr olmuştur. Babası Hazreti Osmânı zinnûreynin, annesi ise Hazreti Alîyyül mürtedânın soyundandır. Bu sebeple Osmânî diye de anılmaktadır. Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî diye meşhûr olmuştur. 1192 [m. 1778] senesinde Bağdâdın kuzeyindeki Şehrezûr kasabasında doğdu. 1242 [m. 1826] senesinde Şâmda vefât etti. Kabri Şâmın kuzeyinde, Kâsiyûn Dağı eteğindeki kabristânda bulunan türbesindedir. Sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir.
Küçük yaşta ilim tahsîline başlayan Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî , keskin zekâsı, kuvvetli hâfızası, sağlam irâdesi ve çalışkanlığı ile dikkati çekti. Süleymâniyede devrin meşhûr âlimlerinden Muhammed bin Âdemi Kürdî, Sâlihi Kürdî, Abdürrahîm Berzencî ile kardeşi Abdülkerîm Berzencî’den, Abdüllahı Harpânîden ve dahâ pek çok âlimden ilim öğrenip, icâzet aldı. Sarf, nahv, edebiyât, usûl, mantık, hikmet (fen), hey’et (astronomi), geometri, hesap ilimleri ile, tefsîr, hadîs, fıkh, kelâm, Tasavvuf ilimlerini ve diğer ilimleri öğrendi. Fîrûzâbâdînin (Kâmûs)unu ezberledi. Öğrendiği bütün ilimlerde, din ve fen adamlarına hocalık yapacak derecede yüksek bir ilime sâhip oldu. Din ve fen ilimlerindeki üstünlüğü ve geniş bilgisi sebebiyle zamânının bütün âlimleri ve velîlerinin takdirlerini kazandı. Hangi ilimden ve hangi fenden ne sorulursa sorulsun, derhâl cevabını verirdi. Zekâsı ve bilgisi karşısında akıllar hayrete düşerdi.
Hocası seyyid Abdülkerîm Berzencî 1203 [m. 1788] senesinde tâundan vefât edince, onun talebeleri boş kalmasın diye, ders vermeye başladı. Her taraftan âlimler dersine koştu. Her müşkülü çözer, her derde devâ olurdu. Dünyâya ehemmiyet vermez, gece gündüz ibâdet ederdi. Böylece yirmi bir yaşındayken, ulemâya ve talebeye üstat olup, yedi sene ders okuttu. Sözü tesîrli, avâm ve havâs arasında sözü delîl olan şerefli bir zât oldu.
1221 [m. 1805] senesinde hacca gitti. Yolda Şâm âlimlerinden çok saygı gördü. Tevâzuu’ndan dolayı, allâme Muhammed Kuzberî’den hadîs rivâyeti; Mustafâ Kürdî’den Kâdirî yolu icâzeti aldı.
Bir müddet Şâm’da kaldıktan sonra, Hicâza gitmek için yola çıktı. Medînei münevvere’ye kavuştuğu zamân, Peygamber efendimize “sallallahü aleyhi ve sellem” aşk derecesindeki sevgisini anlatan (Kasîdei Muhammediyye)yi fârisî olarak yazdı.
Mevlâ’nâ Hâlid hazretleri, memleketi Süleymâniyeye dönüp, ders vermeye başladı. Fakat gecegündüz Hindistân’ı düşünüyordu. Bir gün bu düşünceler içindeyken, Hindistân’ın Delhî şehrinde bulunan Evliyânın en büyüklerinden, Abdüllahı Dehlevî’nin talebelerinden Mirzâ Abdürrahîm isimli bir zât çıkageldi. Abdüllahı Dehlevî o talebesine, “Mevlâ’nâ Hâlide selâmımızı söyle, bu tarafa gelsin!” buyurmuştu. Selâmı ve haberi söyledi. Uzun zamân baş başa görüştüler. Mevlâ’nâ Hâlid talebelerine ders vermeye gelmez oldu. Talebeler, Hindliye kızmaya başladı.
Bir süre sonra, 1225 [m. 1809] senesinde, ikisi birlikte Îrân ve Afganistân üzerinden Hind yolculuğuna çıktılar. Ümîd edilmedik bir zamânda, medreseyi ve talebeyi bırakıp, bu ânî ayrılışına şehrin bütün halk ve talebeleri çok üzüldüler. Yoldan çevirmek için çok ısrâr ettiler ve yalvardılar ise de fâide vermedi. Hindistân’ın karanlıklar ve tehlikeler içinde bulunduğunu söyleyip, vazgeçirmek istediler. Onlara; “Âbı hayât zulumâtta bulunur,” şeklinde cevap veren Mevlâ’nâ Hâlid hazretleri, arkadaşı Mirzâ Abdürrahîm ile yaya olarak, önce Tahrana geldiler. Burada meşhûr şî’î âlimi İsmâîl Kâşîyi, talebesinin önünde rezîl etti. Mevlâ’nâ Hâlid, bazı şî’î tefsîr kitâplarını okumuş, Kur’ânı kerîm’in birçok âyeti kerîmelerinin şî’îler tarafından değiştirilip, manâlarının tahrif edildiğini görmüştü.
Meselâ; Enfâl sûresi 70. âyetinde meâlen;
(Bedr gazâsındaki esîrleri salıverdiğin için Allahü teâlâ seni afv eyledi) âyeti kerîmesini, Ebû Bekri Sıddîk “radıyallahü anh” hakkındadır, şeklinde tefsîr ediyorlardı. Mevlâ’nâ Hâlid, İsmâîl Kâşîye; “Peygamberler günâh işler mi?” dedi. Kâşî; “Bütün Peygamberler mâsûmdur, günâh işlemezler,” dedi. Mevlâ’nâ Hâlid; “Peki, Kur’ânı kerîm’in; (Bedr gazâsındaki esirleri salıverdiğin için Allahü teâlâ seni afv eyledi) meâlindeki âyeti kerîmede; “Afv” söylendiğine göre, günâh işlemiş manâsına gelmiyor mu? Hâlbuki Peygamberlerden günâh olan bir iş meydâna gelmemiştir” deyince, Kâşî; “Bu âyeti kerîme Ebû Bekri azarlamaktadır, onun hakkındadır, Peygamberimizin hakkında değildir,” dedi.
O zamân Mevlâ’nâ Hâlid hazretleri; “O hâlde, Allahü teâlâ Ebû Bekri afv ettim buyuruyor da, siz niçin afv etmiyorsunuz?” dedi. Kâşî cevap veremeyip, mahcup ve rezîl oldu.
Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî , Tahrandan; Bistâm, Harkan, Semnân ve Nişâpura geçti. Geçtiği yerlerdeki Evliyâyı, şiirleriyle medh eyledi.
Aylarca süren uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra, tam bir senede Delhîye (Cihânâbâd) ulaşan Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî hazretleri, Delhîye vardığında, Abdüllahı Dehlevî hazretlerinin bulunduğu şehre gelmenin sevinci ile, seferdeyken yanında bulunan şeylerin hepsini, fakîrlere dağıttı. Sonra Hindistân’ın en büyük velîsi ve büyük İslâm âlimi, Şâh Abdüllahı Dehlevî’nin huzûruna kavuştu.
Abdüllahı Dehlevî “kuddise sirruh”, Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî nin Tasavvufta pek yüksek derecelere eriştiğini, kemâle gelip olgunlaştığını görünce, bu vazîfeden alıp, devâmlı huzûrunda bulunmasını emir etti. Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî hazretleri, orada da hocasına canla başla hizmet ederek, büyük mücâhede ve çetin riyâzetler çekti. Abdüllahı Dehlevî’nin “kuddise sirruh” huzûrunda beş ay çalışıp, sohbetleri ve nazarlarıyla büyük velîlerden olmak se’âdetine erişti.
Huzûr ve müşâhede makâmına kavuştu. Vilâyeti kübrâ hâsıl oldu. Müceddidiyye, Kâdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye ve Çeştiyye yolunda kemâle geldi. Abdüllahı Dehlevî hazretlerinin kalbindeki bütün esrâr ve manevî üstünlüklere kavuştu.
Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî hazretleri, feyizlere kavuşup, kemâl bulunca, Abdüllahı Dehlevî hazretleri; “Ey Hâlid, şimdi memleketine ve Bağdâda git! Oradaki Hak âşıklarını, sevdiklerine, Yani Allahü teâlâ’ya kavuştur,” buyurunca,
Mevlâ’nâ Hâlid hazretleri; “Ey benim sebepi devletim, yüksek sığınağım, efendim! Orada Hayderî ve Berzencî seyyidleri çoktur. İnsanlara doğru yolu anlatmakla nasıl meşgûl olurum. Çünkü, onlar şöhret ve itibâr sahibi ve âlimlerin sığınağı durumundadırlar. Böyle bir işe kalkışsam, diğer insanlar bile beni men ederler,” diye arz etti. “Sen, memleketine git. İrşat ile meşgûl ol. Bütün seyyidler, senin ayağının toprağına yüz sürerler ve şerefli zâtına hizmetçi olurlar. Oranın vâlîleri, emînleri, âlimleri, fazîlet sâhipleri, mübârek ayağını öperler. Şimdi ne istersen vereyim, iste yâ Hâlid!” buyurdu. “Din için dünyâlık isterim!” dedi. “Git, her istediğini verdim!” deyip; “Yolun üzerinde, filân yerde, Evliyânın büyüklerinden, iki seneden beri yemez, içmez, konuşmaz, Hakka gönlünü vermiş, ölü gibi hareketsiz durup, Hakkın sevgisine dalmış şerefli bir zât var. Ona selâmımı söyle, hayırlı duâsını al ve şerefli elini öp!” buyurdu. Sonra bütün talebe ve sevdikleriyle, dört millik mesâfeye kadar Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî yi uğurladı. Sonra; “Hâlid bürd”, Yani “Hâlid her şeyi aldı götürdü,” buyurdu.
Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî hazretleri, bir müddet Bağdât da kalıp, sonra tekrâr memleketi olan Süleymâniyeye döndü. Orada kendisi için bir dergâh inşâ edildi. Bu dergahta insanlara vaaz ve nasîhat edip, talebe yetiştirdi.
Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî hazretleri üçüncü defa Bağdâda gelerek, İhsâiye Medresesinde yerleşti. İslâmiyyeti anlatmaya ve ilim öğretip talebe yetiştirmeye devâm etti.
Çok sevdiği talebelerinden ve halîfelerinden olan seyyid Tâhâyı Hakkârî’ye yazdığı mektûbunda buyurdu ki:
“Allahü teâlâ, kalbimin özlediği, rûhumun gözlediği seyyid Tâhâ’yı, fena ve bekâ mertebelerine kavuşmakla şereflendirsin. Allâmenin [Yani seyyid Tâhâ hazretlerinin] bu fakîre yazdığı mektup geldi. İslâmiyyetin yayılmasına çalıştığınızı ve Kur’ânı kerîm’in hatmi hakkında yazıyorsunuz.
Çok memnûn olduk. İhlâs şartı ile Allahü teâlâ’ya ne kadar ibâdet ederler, Resûlullah efendimizin sünnetine ne kadar uyarlarsa, sizin vâsıtanızla olduğu için, her birinin sevabı kadar sizin de amel defterinize yazılacaktır.
Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem”;
(Bir kimse İslâm’da sünneti hasene yaparsa, bunun sevabına ve bunu yapanların sevâplarına kavuşur. Bir kimse İslâm’da bir sünneti seyyie çığırı açarsa, bunun günâhı ve bunu yapanların günâhları kendisine verilir) hadîsi şerîfi bu sözümüze şahittir. “Vesselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühû.”
Talebelerine ve sevenlerine nasîhat ederek buyurdu ki:
*Sizlere vasiyetim, size İslâmiyyeti anlatan hocaya itirâzı terk edip, Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” dînine ittibâ ve kendini aradan çekip, yok etmeyi bu yolun esâsı biliniz. Bu üçü olmadan bu yolda ilerleme olmaz.
*Bu yolun büyükleri, kendilerine bağlı olanlardan gâfil değildir. Onlara kimse kafa tutamaz. Onlara kafa tutanın işi de, başı da, se’âdeti de gider.
*Hanım, çocuklar, mal ve mülk, Allahü teâlâ’nın emânetleridir. Emânetlerini istediği zamân alır.
*Nefsi emmâreden kurtulmanın alâmeti, insanların övmesi ile ayıplamasını eşit görmektir. İnsanların rağbetine sevinip, aramamalarına, etrâfınızda dolaşmamalarına üzülmek, basitlik, büyük akılsızlık ve anlayışsızlıktır.
*En mühim vasiyetim şudur ki: Ölümü, âhıret hâllerini ve nimetlerin hakîkî sahibini unutmayınız. Elden geldiği kadar Peygamberlerin efendisinin “sallallahü aleyhi ve sellem” sünnetine uymakta ileri gitmeye çalışınız. Günde bin kere duyulmayacak kadar alçak sesle, Kelimei tehlîl (Kelimei tevhit) söyleyiniz. Hem kalbe yönelerek, hem de manâsını düşünerek olsun. Böylece kalpte, hakîkî matlûbdan başka bir şey kalmasın. Zîrâ büyüklerin yolunda asıl maksat ma’bûddur.
*İhlâs ne kadar çok olursa, Evliyânın yardımı o kadar ziyâde olur.
*Evliyânın kalpleri, ilâhî nûrların çıkıp geldiği kaynaklardır. Onların hoşnut olduğundan, Allahü teâlâ da hoşnuttur. Onların kalplerinde yer eden, büyük devlete kavuşmuştur.
*Bizim yolumuz, İslâm dînine ittibâ (uyma) yoludur. Herkes elinden geldiği kadar buna çalışmalıdır.
*Allah adamlarının iğnesini (dokunaklı sözlerini) ilâç gibi bilmelidir. Çünkü bu tâifenin celâli, cemâl ile kar Işık’tır. Yani kızmalarında da merhamet vardır.
*Bütün gayretle, sünnetin yayılmasına ve bidatlerin yok edilmesine çalışmalı, Müslümânların, Ehli sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğru i’tikâd üzere olmalarına uğraşmalıdır. Bu işle uğraşmadan yapılan züht ve ibâdeti, kör, kötürüm ve ihtiyârlar da yapar.
*Namâzın şart ve rükünlerini, sünnet ve edeplerini anlatan kitâpları insanlara okuyup, tavsiye etmeniz büyük devlettir.
*İnsanlardan gelen sıkıntılara katlanmak, Allahü teâlâ’nın beğendiği, Resûlullah’ın sevdiği ve büyük Evliyânın özendiği bir ahlaktır.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sirruh

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sirruh

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sirruh

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sirruh

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sirruh

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sirruh

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sirruh Menkıbeleri

Süleymâniyede bulunduğu sırada, Berzencîlerden silâhlı iki yüz kişi, Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî hazretlerinin öldürülmesine karâr verdiler. Cuma günü, silâhlı olarak mescidin dış kapısında beklemeye başladılar. Cuma namâzı kılındıktan sonra, bütün halk câmiden dışarı çıktı. Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî hazretleri, her zamân câmiden en son çıkardı. Dışarı çıkanlar, bu silâhlı kişilerin Mevlâ’nâ Hâlid hazretlerine kötülük yapmak niyetinde olduklarını anladılar. Mevlâ’nâ Hâlid hazretleri, mescidin kapısından çıkıp, bu silâhlı ve kötü niyetli kimselere heybetli bir nazarla bakınca, kalplerinde müthiş bir korku hâsıl oldu. Bazısı, nâra atarak kaçıştı. Bazıları da yüzüstü düşerek perîşan oldu. Bundan sonra, Mevlâ’nâ Hâlid hazretleri ile bütün talebeleri, hiçbir şey olmamış gibi, Cennet misâli olan hânekâha gittiler. Kaçan bu düşmanların çoğu; “Mevlâ’nâ Hâlid câmiden çıkınca, onun omuzlarında heybetli bir aslanın ağzını açmış, üzerimize atlamak üzere olduğunu gördük. O anda aklımız başımızdan gitti, kaçacak yer bulamadık,” dediler.


Bağdâdda iken Hâcı Mahmûd Efendi isminde, servet sahibi, kendisine bağlı bir talebesi vardı. Bu zât, Mevlâ’nâ Hâlidin şerefli hânekâhlarına ve diğer yerlere kendi eliyle yüz bin kuruş harcayıp borçlanmıştı. Bir gün Mevlâ’nâ Hâlid’in huzûrlarına gidip; “Efendim, borcumun çokluğundan dışarı çıkmaya yüzüm kalmadı,” deyince, Mevlâ’nâ Hâlid hazretleri buyurdular ki: “Bir ay sabır et.” O, bunun üzerine; “Aman efendim, sabra tâkatim kalmadı,” diyerek iki defa tekrârladı. Bu tekrâr çok yakınlığından ve samîmiyetindendi. Mevlâ’nâ Hâlid de; “Mâdemki öyle, kaldır şu hasırı, istediğin kadar al,” buyurdu. Mahmûd Efendi de hasırı kaldırdı ve altında bir altın gördü. Altını aldı, başka bir altın gördü ve böylece her aldığı altının yerinde yeni bir altın gördü. Yüz bin kuruş tamâmlanıncaya kadar bu işe devâm etti. Mahmûd Efendi bu kerâmeti görünce, Mevlâ’nâ Hâlid’in ellerini öptü.

Âlim ve fazîlet sahibi bir zât olan Şeyh Muhammed Hâfız Urfalı anlatır: Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî hazretleri, Bağdât da kalan hanımı ve oğlu Şihâbüddîn’in Şâma gelmesi için mektup yazınca, onlar yola çıkıp Urfaya geldiler. Bu esnâda Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî hazretleri bana hitâben; “Hâfız! Çoluk çocuğumuz Urfaya geldiler. Sizin evinize indiler. Lâkin Şihâbüddîn vefât eyledi” buyurdu. Bu sözün söylendiği târîhi yazdım. Sonra Urfaya gittiğimde sordum. Tam buyurdukları zamânda Şihâbüddîn’in vefâtı vâki’ olmuştu.