Hâce Alî Râmîtenî hazretlerinin yetiştirdiği büyük velîlerdendir. Silsilei aliyye denilen büyük âlimlerin on üçüncüsüdür. Râmîten ile Buhârâ arasında bulunan ve Râmîtene iki kilometre, Buhârâya ise altı kilometre uzaklıkta bulunan Semmâs köyünde doğdu. 755 [m. 1354]de orada vefât etti. Büyük âlim Alî Râmîtenî’nin derslerinde ve sohbetlerinde yetişip, manevî kemâlâta ulaştı. Hocası, Buhârâdan Harezme teşrîf buyurdukları vakit, Muhammed Bâbâ Semmâsî de hocalarının hizmet ve mâhiyetlerinde idiler.
Ehli sünnet âlimlerinin ve Evliyânın en büyüklerinden olan Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretlerinin, yetiştirdiği ve Tasavvufta yüksek derecelere kavuşmalarına vesîle olduğu yüzlerce velî olup, bunlar içinde dördünü kendisine halîfe seçmiştir.
Bunlardan birincisi Hâce Sûfi Suhârî, ikincisi kendi oğlu Hâce Muhammed Semmâsî, üçüncüsü Mevlâ’nâ Dânişmend Alî, dördüncüsü ve en büyükleri seyyid Emîr Gilâl hazretleridir.
Muhammed Bâbâ Semmâsî kuddise sirruh Menkıbeleri
Hocasının vefâtından sonra, irşat makâmına Muhammed Bâbâ Semmâsî geçti. Çok talebe yetişirdi. Bu talebelerinin başında, ilim deryâsında sedef misâli olan seyyid Emîr Gilâl hazretleri gelmektedir. Bir talebesi de, Şâhı Nakşîbend Behâüddîni Buhârî hazretleridir. Behâüddîn Nakşîbend hazretleri, Kasırı Hindüvânda doğdu. Henüz o doğmadan evvel, hocası Muhammed Bâbâ Semmâsî onun doğduğu yerden geçerken; “Bu yerden büyük bir zâtın kokusu geliyor. Pek yakında Kasırı Hindüvân, Kasırı ârifân olur,” buyurdu. Bir gün yine oradan geçiyordu. “Şimdi o güzel koku dahâ çok geliyor. Ümit ederim ki, o büyük insan dünyâya gelmiştir,” buyurdu. Böyle buyurduğu zamân, Behâüddîni Buhârî hazretleri doğalı üç gün olmuşu. Dedesi, çocuğun göğsünün üzerine hediye koyup, Muhammed Bâbâ Semmâsîye getirince; “Bu bizim oğlumuzdur. Biz bunu kabûl eyledik,” buyurdu. Talebelerine de; “Kokusunu aldığım işte bu çocuktur. Zamânının rehberi ve bir dânesi olacaktır,” buyurdu. Sonra halîfesi Emîr Gilâl hazretlerine, bu çocuğun iyi yetiştirilmesini tembih etti ve (Oğlum Behâüddîni sana havâle ettim. Zâhiren ve Bâtınen terbiyesi sana aittir. Bu hususta kusûr etmeyesin) diye emir buyurdular. Emîr Gilâl de emrini aynen yerine getireceğini vaat etti.
Behâüddîn Buhârî hazretleri anlatır: “Evlenmek istediğim zamân, büyük babam beni, Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretlerine gönderdi. Ona gideceğim günün gecesi, içimde gözyaşı ve duâ isteği kabardı. Muhammed Bâbâ Semmâsî’nin mescidine gidip, iki rek’at namâz kıldım ve Allahü teâlâ’ya şöyle duâ ettim: “İlâhî! Bana, belâlarına tahammül için kuvvet ve aşkın yüzünden doğacak mihnetlere, meşakkat ve sıkıntılara karşı güç, ver!” Sabâhleyin hocamın huzûruna varınca; “Bir dahâ duâ ederken, “İlâhî, senin rızân nerede ise, bu kulunu orada bulundur!” diye duâ et! Eğer Allah, dostuna belâ gönderirse, yine inâyeti ile o belâya sabır ve tahammülü de ihsân eder. Fakat, Allah’dan ne geleceğini bilmeden, belâ ister gibi duâ doğru değildir,” buyurdu. Muhammed Bâbâ Semmâsî’nin bir gece evvelki hâlimi keşfetmekteki kerâmetini anladım ve ona tam bağlandım.”
Behâüddîni Buhârî hazretleri anlatır: “Bir defasında Hocam Muhammed Bâbâ Semmâsî ile yemek yiyorduk. Yemek bitince, bana bir ekmek uzatıp; ”Al, bunu sakla!“ buyurdu. Yemek yediğimiz hâlde, bana bu ekmeği vermesinin hikmetini düşünmeye başlamıştım. Bu sırada bana; (Fâidesiz düşüncelerden kalbi muhâfaza etmek lâzımdır!) diye, hâlimi keşf buyurdular. Sonra yolculuğa çıktık ve bir tanıdığımın evinde misâfir olduk. Misâfir olduğumuz evin sahibinin sıkıntılı bir hâlde olduğu görülüyordu. Hocam ona; ”Niye üzülüyorsun?“ buyurdu. O da; ”Bir kâse sütüm var, Fakat, süte banıp yemek için ekmeğim yok. Ona üzülüyorum“ dedi. Hocam bana dönüp; (Ne işe yarayacak diye endîşe etmekte olduğun ekmek, işte şimdi işe yaradı. O ekmeği buna ver) diye emir buyurdular.