; Evliya Kabirleri | Muslihuddîn Tavîl. Rahmetullahi aleyh

Muslihuddîn Tavîl. Rahmetullahi aleyh

  Hayatı

Muslihuddîn Tavîl. Rahmetullahi aleyh Hayatı

Osmanlı âlim ve velîlerinden. Kastamonu'ya bağlı Küre'de doğdu. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. On altıncı asrın başlarında Bursa'da vefât etti. Orada medfundur.

Zamânının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Birçok ilmî eserleri okuyup müzâkere etti ve yüksek derecelere ulaştı. Şöhreti her tarafta duyulup, âlimler arasında yüksek bir dereceye sâhib olduktan sonra tasavvufa yöneldi. Zamânındaki tasavvuf ehli birçok zâtların sohbetinde bulundu, fakat hiçbirinden kalbi mutmain olup, rahat bulup feyz alamadı. En sonunda Şeyh İlâhî hazretlerine talebe olup, hizmetinde bulundu. Ondan feyz alıp yükseldi. Vefât edinceye kadar onun yanından ve hizmetinden ayrılmadı. Tasavvufta yüksek mertebelere ulaştı ve kemâle erdi. Ömrü boyunca kötü insanlardan uzak oldu.

Muslihuddîn Tavîl, heybetli ve celâl sâhibiydi. Ama sohbet esnâsında yumuşak ve güler yüzlüydü. Şakâyik müellifi Taşköprüzâde anlatır: "Küçüklüğümde Şeyh Muslihuddîn Tavîl'in huzûruna gidip, heybetli yüzünü görmüştüm. O zaman görünüşünün celâlinden korktum. O heybet ve celâlinden olan korku hâlen içimde durmaktadır."

Muslihuddîn Tavîl hazretleri, Sultan İkinci Bâyezîd'e saltanatı zamânında bir mektup gönderip, bu mektubun baş tarafında Arş ve Kürsî ile ilgili bilgi verdikten sonra, mektubun sonuna doğru; "Bir yerde zulüm ve bid'atler, dînimizde olmayıp da sonradan ibâdet olarak konan şeyler, hurâfeler yaygınlaşsa, o beldenin sâlihleri ve âlimleri Peygamber efendimizi rüyâsında üzgün ve hüzünlü bir şekilde görseler, mübârek yüzlerinin bu hâli gazab işâretidir. Resûlullah efendimizi rüyâmda üzüntülü ve hüzünlü gördüm. Zulüm ve bid'at karanlığından kalblerin karardığını, Küre'de birçok zulüm ve bid'atin yaygınlaştığını anladım." diye yazıp, Pâdişâha genişçe bildirdi. Bunun üzerine Pâdişâh, zulüm ve bid'at azgınlıklarını adâlet ve ihsânla yok edip, haksızlıkları ortadan kaldırdı.

Zâhir ilminde âlim olan bir kimse, Şeyh Muslihuddîn Tavîl'e gelip; "Ben bu yolu terk etmek istiyorum." dedi. Muslihuddîn Tavîl, ona; "Hangi yolu terk etmek istiyorsun?" diye sorunca, o da; "İlim yolunu terk etmek istiyorum." dedi. Muslihuddîn Tavîl kızarak; "Bundan güzel yol mu vardır ki onu terk etmek istersin? İlim yolu öyle bir yoldur ki, o yola giren dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşur. Onu terk etmek, doğru yoldan ayrılmaktır." buyurdu. Bu cevap karşısında o zât utanıp bir şey söyleyemedi. Bu sırada mecliste bulunanlara; "Kâdılardan Germiyanlı Sinan Çelebi diye bir zât vardır bilir misiniz?" diye sordu. Orada hazır bulunanlardan bâzıları; "İlim ehli bir kâdıdır, yüksek derece sâhibidir. Biz onun adâletli ve yüksek bir zât olduğunu biliriz." dediler. Muslihuddîn Tavîl hazretleri buyurdu ki: "Sinân Çelebi, tasavvuf yolunu tamamlayıp, birçok yüksek derecelere ulaştı ve kerâmetler sâhibi oldu. Zâhiren kâdılık vazifesini yürütüp, adâletle hükmeder, Allahü teâlânın dîninin emirlerini ve Peygamber efendimizin sünnetini anlatmakla meşgûl olurdu. Bâtınen nefsini tezkiye ile mânevî saâdetlere kavuşmağa çalışırdı. Zâhirdeki hâllerinden, bâtında olan güzel hâlleri daha çoktu. Ama sizden onun bu hâlini bilen yoktur." Bu sözü bittikten sonra; "Yüksek gayret ve arzusu olan talebe, ister kâdı, ister müderris olsun, yüksek ve olgun bir zâta tâbi olduktan sonra, farkında olmadan tasavvuf yolunu tamamlayıp kemâle ulaşır. Dünyevî ve dînî vazifeler onun Hak yoluna girmesine mâni değildir. Yüksek rütbeler, gâyeye ulaşmaya perde olmaz." buyurdu.

Muslihuddîn Tavîl, Bursa'da Şeyh Tâceddîn Efendinin kabri yanına bir hasır serip, kırk gün müddetle sabah namazı vaktinde gelip, o hasırın üzerinde Yâsîn sûresini okuyup ibâdet etti. Kırk gün tamâm olunca vefât edip, o hasırın bulunduğu yerde defnolundu.