Resûlullah efendimizin eshâbının ileri gelenlerindendir. Aslen Îrânlı olup, İsfahan yakınlarında Cey köyünde doğup büyüdü. Gençliğinde Mecûsî iken, Hıristiyân rahipleri ile tanışıp, Mecûsîliği terk etti. Kiliseye girip Hıristiyân oldu. Çok ilim öğrenip âlim oldu. Uzun yıllar değişik yerlerde kaldı. Nihâyet Medîne’ye gelip, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” hicret edince, maksadına kavuşup, Müslümân oldu ve Ehli beyt’den sayıldı. Mabeh bin Buzahşâh olan ismini, Resûlullah efendimiz, Selmân olarak değiştirdiler. “Îrânlı” denilmekle birlikte, Selmân adı ile de anıldı. Nesebi, Mabeh bin Buzahşâh bin Mursilân bin Behbudah bin Firûzdur. Selmânü’lHayr lakabı ve Ebû Abdüllah künyesiyle tanındı. 35 [m. 655] senesinde vefât etti. Yaşı hakkında çeşitli rivâyetler vardır.
Selmânı Fârisî “radıyallahü anh”, Cey köyünün en zengini olan Buzahşâh bin Mursilânın biricik çocuğuydu. Ona çok düşkün olan babası, kendisini evden dışarı çıkarmazdı. Oğluna, kendi Mecûsî inançlarını eksiksiz öğretip, evde devâmlı yanan bir ateşe secde ile ibâdetini yaptırırdı. Selmânı Fârisî gençlik çağına gelince, arâziyi tanıyıp, sâhip oldukları malları görmesi için babası tarafından dışarı çıkarıldı. Arâzilerinin yakınındaki kilisedeki rahiplerin ibâdeti dikkatini çekti.
Onların görünmeyen bir Allah’a ibâdet etmelerinin, ateşe tapmaktan dahâ üstün olduğunu anladı. Tarlalara gitmeyi bırakıp, orada rahipleri seyirle meşgûl oldu. Rahiplerden, bu dînin asılını Şâmda öğrenebileceğini ve bir müddet sonra oraya bir kervan gideceğini öğrendi. Eve geç kalınca, babası onun Hıristiyânlığa olan meylini öğrenip, elini kolunu bağlayarak eve hapis etti. Fakat o, davâsından vazgeçmeyip, rahiplerin bahis ettiği kervanın hareket gününde, evden kaçarak Şâma gitti. Orada Hıristiyânların en büyük âliminden Hıristiyânlığı öğrendi ve kilisede hizmet etmeye başladı. Fakat kilisedeki dînini öğrendiği rahip, insanların itimâdını istismâr ediyor, fakîrler için getirilen sadakaları kendisi için biriktiriyordu. Ölünce, yedi küp altın ve gümüş biriktirmiş olduğu görüldü. Onun yerine ilim ve züht sahibi bir rahip geçti. Uzun yıllar onun hizmetinde bulunan Selmânı Fârisî “radıyallahü anh”, onun ölüm hastalığında; “Ey benim efendim! Uzun zamândan beri yanınızdayım ve sizi çok sevdim. Çünkü siz Allahü teâlâ’nın emirlerine itâat ediyorsunuz ve men’ ettiklerinden kaçıyorsunuz. Siz vefât ettiğiniz zamân ben ne yapayım. Bana ne tavsiye edersiniz?” diye sordu. “Oğlum! Şâm’da insanları ıslâh edecek bir kimse yok. Kime gitsen seni ifsat eder. Fakat Musul’da bir zât vardır. Ona gitmeni tavsiye ederim,” dedi. O zât vefât edince, Şâmdan Musul’a gitti ve tarîf edilen zâtı buldu. Başından geçenleri anlattı. Onun hizmetine girdi. Bu âlim de diğeri gibi çok kıymetli, zahit, âbid bir kimseydi. Vefât zamânı yaklaşınca, aynı soruları ona da sordu. Nusaybin’de bir zâtı tavsiye etti. O vefât ettikten sonra, derhâl Nusaybin’e gitti. Bahs edilen kimseyi bulup, yanında kalmak istediğini söyledi.
Bir müddet de onun hizmetinde bulundu. Bu zât da, vefât etmek üzere iken, Amuriyede bulunan başka bir kimseye gitmesini tavsiye etti. Vefâtından sonra Selmânı Fârisî oraya gitti. Uzun zamân da onun yanında kaldı.
Vefâtı yaklaşınca kendisini birine havâle etmesini ricâ etti. “Vallâhi şimdi böyle bir kimse bilemiyorum. Fakat âhir zamân Peygamberinin gelmesi yaklaştı. O, Araplar arasından çıkar. Vatanından hicret edip, taşlık içinde hurması çok bir şehre yerleşir. Hediyeyi kabûl eder, sadakayı kabûl etmez. İki omuzu arasında nübüvvet mührü vardır,” diyerek, Resûlullah efendimizin husûsiyetlerini saydı.
Selmânı Fârisî “radıyallahü anh”, Amuriyedeki hocası vefât edince, bir iş bulup çalıştı. Birkaç sığır ve bir miktâr koyun sahibi olmuştu. Hocasının tavsiyesi üzerine Arabistân’a gitmek istiyordu. Benî Kelb kabîlesinden bir kâfile, Arabistân’a gitmek üzere idi. Onlarla sığır ve koyunlarını vererek, kendisini Arabistân’a götürmeleri üzere anlaştı. Birlikte yola çıktılar. Fakat kervancılar, ihânet ederek onu Vadiyü’lKurada bir Yahûdî’ye köle olarak sattılar. Hurma Bahçelerini görerek, âhir zamân Peygamberinin geleceği yerin burası olduğunu zan etti ise de, içi ısınmadı. Sonra Yahûdî, onu amcasının oğluna sattı. Yeni sahibi Yahûdî’yle Medîne’ye gitti. Bu şehri sanki önceden görmüş gibiydi. Kalbi ısındı. Âhir zamân Peygamberinin gelmesini beklemeye başladı.
Bir gün kendisini satın alan Yahûdî’nin bahçesinde, bir hurma ağacı üzerinde çalışıyordu. Sahibi, yanında biriyle konuşuyordu. Bir ara dedi ki: “Evs ve Hazrec kabîleleri helâk olsunlar. Mekke’den bir kimse geldi. Peygamber olduğunu söylüyor. Ona inanmışlar. Bu sözleri işiten Selmân, kendinden geçip, az kalsın ağaçtan yere düşüyordu. Hemen aşağı inip, o şahsa; “Ne diyorsun?” dedi. Sahibi bir tokat vurdu ve; “Neyine lâzım ki, soruyorsun, sen işine bak!” dedi.
Akşâm olunca bir miktâr hurma alıp, hemen Kubâya vardı. Resûlullah’ın yanına girip; “Sen Sâlih bir kimsesin, yanında fakîrler vardır. Bu hurmaları sadaka getirdim,” dedi. Resûlullah efendimiz yanında bulunan Eshâba; “Geliniz, hurmayı yiyiniz” buyurunca, yediler. Kendisi asla yemedi. İçinden; “İşte birinci alâmet budur. Sadaka kabûl etmiyor,” dedi. Eve dönüp, bir miktâr hurma dahâ alıp, Resûlullah’ın yanına gelip, “Bu, hediyedir,” diyerek takdîm etti. Bu defa yanındaki Eshâbı ile birlikte yediler, “İşte ikinci alâmet budur,” dedi. Götürdüğü hurma yirmi beş tâne kadardı. Hâlbuki, yinen hurma çekirdekleri bini buluyordu. Resûlullah efendimizin mucizesiyle hurma artmıştı. Kendi kendine; “Bir alâmetini dahâ gördüm,” dedi. Resûlullah’ın yanına ikinci defa gittiğinde, bir cenâze defin ediyorlardı. Nübüvvet mührünü görmeyi arzû ettiği için, yanına yaklaştı. Peygamber efendimiz onun murâdını anlayıp, gömleğini kaldırdı. Mübârek sırtı açılınca, Nübüvvet mührünü görür görmez yaklaşıp, öptü ve ağladı. O anda Kelimei şahâdeti söyleyerek Müslümân oldu. Sonra da uzun yıllardan beri başından geçen hâdiseleri Resûlullaha bir bir anlattı.
Resûlullah efendimiz, hâline taaccüp edip, bunu Eshâbı kirâma da anlatmasını emir buyurdu. Eshâbı kirâm toplanınca, başından geçenleri onlara da anlattı.
Selmânı Fârisî, îmân ettiği zamân Arabî’yi bilmediği için tercümân istemişti. Gelen Yahûdî tercümân, Selmânı Fârisî’nin “radıyallahü anh” Peygamber efendimizi medh etmesini aksi şekilde söylüyordu. O esnâda Cebrâîl aleyhisselâm gelip, Hazreti Selmân’ın “radıyallahü anh” sözlerini doğru olarak Resûlullaha bildirdi. Durumu Yahûdî anlayınca, Kelimei şahâdet getirerek Müslümân oldu.
Selmânı Fârisî “radıyallahü anh” Müslümân olduktan sonra, köleliği bir müddet dahâ devâm etti. Peygamberimizin; “Kendini kölelikten kurtar yâ Selmân!” buyurması üzerine, sahibine gidip, âzât olmak istediğini söyledi. Buna zorla râzı olan Yahûdî, üç yüz hurma fidanı dikerek, yetiştirip hurma verir hâle gelmesi ve kırk rukye altın vermesi şartıyla kabûl etti. Bunu Resûlullaha haber verdi. Resûlullah efendimiz Eshâbına; “Kardeşinize yardım ediniz” buyurdu. Onun için üç yüz hurma fidanı topladılar. Resûlullah efendimiz; “Bunların çukurlarını hâzır edip, temâm olunca, bana haber ver” buyurdu. Çukurları hâzırlayıp, haber verince, Resûlullah efendimiz teşrîf edip, kendi eliyle fidanları dikti. Bir tânesini de Hazreti Ömer dikmişti. Ömerül Fârûk’un “radıyallahü anh” diktiği hâriç hepsi, Allahü teâlâ’nın izniyle, o sene hurma verdi. Resûlullah efendimiz, o bir tâneyi de söküp, kendi mübârek eliyle yeniden dikti ve diktiği anda hurma verdi. Fakat kırk rukye altını bulamamışlardı. Resûlullah efendimiz gazâların birinden tavuk yumurtası kadar bir altın getirmişti. “Selmân adlı mükâtib köle [efendisiyle hürriyetine kavuşmak için belli miktâr ücret ile anlaşan köle] nerededir?” diye sordu. Selmânı Fârisî gelince, Resûlullah efendimiz, altını verip; “Bu altını al ! Borcunu öde,” buyurdu. “Yâ Resûlallah! Bu altın, Yahûdî’nin istediği ağırlıkta değil” diye arz edince, alıp, mübârek dilinin üzerine sürdü; “Al bunu! Allahü teâlâ bununla senin borcunu edâ eder,” buyurdu. Selmânı Fârisî, o altını tartınca, tam istenilen ağırlıkta geldi. Götürüp sahibine verdi ve kölelikten kurtuldu.
Medîne’li olmadığı için, Resûlullah efendimiz onu, Hazreti Ebû Derdâ ile kardeş yaptı. Hendek Savaşından itibâren bütün gazâlara katıldı. Dahâ öncekilere, köle olduğu için katılamamıştı.
Bedr ve Uhud savaşından sonra, Medîne üzerine üçüncü defa yürüyen müşriklere karşı, nasıl bir savunma yapılması gerektiği istişâre ediliyordu. Bütün müşriklerin birleşerek hücûm ettiği Hendek savaşında, Selmânı Fârisî, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize, hendek kazmak sûretiyle, savunma yapmayı teklîf etti. Onun teklîfi kabûl edilip, hendek kazıldığı için bu savaşa, Hendek savaşı denildi. Selmânı Fârisî, içlerinde Amr bin Avf, Huzeyfe bin Yemân, Nu’mân bin Mukarrin ile Ensârdan altı kişinin bulunduğu bir gurup ile berâber bulunuyordu. Kendisi güçlü ve kuvvetli bir zât idi. Hendek kazma işinde gâyet mâhir ve becerikliydi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazardı.
Câbir bin Abdüllah “radıyallahü anh”; “Selmân’ın kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri, vaktinde kazıp bitirdiğini gördüm” buyurmuştur. Hazreti Selmân’ın çalışmasına Kays bin Sa’sânın nazarı değmiş ve Selmân “radıyallahü anh” birden bire yere yıkılmıştı.
Eshâbı kirâm hemen Resûlullahın yanına koşmuş ve ne yapmaları lâzım geldiğini sormuşlardı. Peygamber efendimiz; (Kays bin Sa’sâya gidin. Selmân için bir kabda abdest alsın. Abdest suyu ile Selmân yıkansın. Su kabı, Selmânın arkasından baş aşağı çevrilsin) buyurmuştur. Eshâbı kirâm, Peygamberimizin buyurduğu gibi yapınca, Selmânı Fârisî “radıyallahü anh” bulunduğu hâlden kurtulmuş, kendine gelmiş ve açılmıştı. Peygamberimiz, Hendek savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı, Selmânı Fârisî’ye “SelmânülHayr” Hayırlı Selmân buyurdu.
Selmânı Fârisî “radıyallahü anh” Müslümân olup, kölelikten kurtulduktan sonra, geçimini sağlamak için, ince hurma dallarından sepet örüp satardı. Kazancının bir kısmını da fakîrlere sadaka verirdi. Resûlullah efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” yakınlarından olup, bazı geceler huzûrunda bulunarak baş başa sâatlerce sohbetinde kalırdı, oradan yayılan feyizlere kavuşurdu. Kalbinde Allahü teâlâ ve Resûlullah aşkından başka zerre kadar bir şey bulunmayan Selmânı Fârisî “radıyallahü anh”, dünyâ malı olarak kendisine gelen her şeyi Allah rızâsı için dağıtırdı. Elinde mal bulundurmazdı. Resûlullah efendimize en yakın olanlardandı. Hazreti Âişe buyuruyor ki: “Selmânı Fârisî geceleri uzun zamân Resûlullahla berâber kalır ve sohbetinde bulunurdu. Neredeyse Resûlullah’ın yanında bizden fazla kalırdı. Peygamberimiz;
(Allahü teâlâ bana dört kişiyi sevdiğini bildirdi ve bu dört kişiyi sevmemi emir etti. Bunlar; Alî, Ebû Zeri Gıfârî, Mikdâd ve Selmân) buyurdular.
Selmânı Fârisî “radıyallahü anh”, Kınde kabîlesinden bir hanım ile evlenmişti. Evlendiği kadının evine girdiği zamân, duvarlarına süs eşyâları asılmış olduğunu gördü. Ziynetli süs örtülerinin Kâ’bei Muazzamaya yakışacağını söyledi ve eve girmedi. Kapının örtüsü hâriç bütün örtüler kaldırıldı. Eve girdiği zamân bir hayli mal gördü. Bunlar kimin içindir, diye sordu. Dediler ki, senin ve hanımın malıdır. Buyurdu ki: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana bunu tavsiye etmedi. Fakat bana bir yolcunun malından ve ihtiyâcından fazla bir şey bulundurmamamı tavsiye etti. Biraz sonra bir hizmetçi gördü. Bu hizmetçi kimin? diye sordu. Senin ve ehlinindir (hanımınındır) diye cevab verdiler. Buyurdu ki: Halîlim “sallallahü aleyhi ve sellem” bana bunu tavsiye etmedi ve evinde nikâhlı zevcenden başka kimseyi bulundurma, buyurdu. Eğer bulundurursam, onlar kadınların yapmaması icap eden şeyleri (yalanı, geçimsizliği, dedikoduyu) yaparlar diye tavsiye etti.
Bunun üzerine hizmetçi kadını da gönderdi. Dahâ sonra hanımının yanına girdi ve ona, sen bana, emir ettiğim şeylerde itâat edecek misin? diye sordu. Hanımı da, senin meclisine itâat etmek üzere oturdum. Yani sana itâat etmek üzere geldim, evlendim, dedi.
Bunun üzerine Halîlim “sallallahü aleyhi ve sellem” bana buyurdu ki,
(Sen ehlinle Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmek üzere bir araya gel) dedi.
Bundan sonra namâz kılmaya kalktı ve ehline de namâz kılmasını emir etti. Çok ibâdet edip gözyaşı döktü ve bereketli kılması için Allahü teâlâ’ya duâ etti. Selmânı Fârisî “radıyallahü anh” hanımı ile gâyet Zâhidâne bir hayât sürdüler. Eshâbı Soffa içerisinde Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” önünde, İslâm ilimlerini öğrendi. Selmân “radıyallahü anh” senelerce fakîrlik ve kölelik içerisinde çektiği sıkıntıları, nübüvvet sofrasında nimetlenerek ve vahiy pınarının berrak sularından, kana kana içerek giderdi. Ehli Soffa içerisinde Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” en yakın olan Selmânı Fârisî “radıyallahü anh” idi.
Hazreti Ebû Bekri Sıddîk devrinde, Medîne’den ve Hazreti Ebû Bekr’in “radıyallahü anh” sohbetlerinden bir an ayrılmadı. Hazreti Ömerül Fârûk “radıyallahü anh” zamânında Îrânın fethine katıldı. İslâm ordusunun büyük zaferlere kavuştuğu bu seferlerde, Selmânı Fârisî’nin “radıyallahü anh” çok büyük hizmetleri oldu.
Îrânlı olduğundan, onlar hakkında pek çok malûmât sahibiydi. Îrânlıları kendi lisanlarıyla dîne davet ediyor, onlara İslâmiyyeti anlatıyordu. Îrânlılar savaşlarda fil kullanıyorlardı. Müslümânlar o zamâna kadar fil görmedikleri için, çok şaşırdılar.
Selmânı Fârisî, fillerle nasıl çarpışılacağını ve nasıl öldürüleceğini İslâm askerlerine gösterdi. Îrânın Medâyn şehri alınınca, Hazreti Ömer onu şehre vâlî tayîn etti. İlmi, basîreti, vazîfesindeki adâleti ve nezâketiyle Medâyn halkı tarafından çok sevilip sayıldı. Böylece İslâmiyet orada süratle yayıldı.
Çok sâde bir hayât süren Selmânı Fârisî “radıyallahü anh”, Hazreti Osmân bin Affân “radıyallahü anh” devrinde hastalandı.
Kendisini ziyârete gelen Sa’d bin Ebî Vakkâsa artık dünyâdan ayrılacağını ve bütün servetinin bir kâse (tas), bir leğen, bir kilim ve bir hasırdan ibâret olduğunu söyledi. Eshâbı kirâm’dan ziyârete gelenler nasîhat isteyince, onlara hasta olduğu hâlde devâmlı nasihatte bulundu. Bir rivayette 33 [m. 653] senesinde Medâynde vefât etti. Vefât ettiğinde iki yüz elli yaşında bulunuyordu. Kabri Medâyn yakınlarında, Selmânı Pâk denilen yerdedir. Türbe ve câmi’i, Osmânlı sultânı ve Bağdâd fâtihi, dördüncü Murâd Hân tarafından yeniden inşâ edilmiştir.
Selmânı Fârisî, Peygamber efendimizden altmış kadar hadîsi şerîf rivâyet etmiştir. Bunlardan otuz kadarında, (Buhârî) ve (Müslim) ittifâk edip, kitâplarına almışlardır.
İlim öğrenmeyi çok seven Selmânı Fârisî, Resûlullah efendimizden sonra Hazreti Ebû Bekr’in sohbetlerini hiç kaçırmadı. Onun feyiz ve bereketlerine ziyâdesiyle kavuştu. Onun ilminin durumunu çok iyi bilen Hazreti Alî; “Ona öncekilerin ve sonrakilerin ilmi verilmiştir. Ondaki ilime erişilmez” ve “O, dibi bulunmaz bir deryâdır” buyurmuştur.
Öğrendiklerini öğretmek için, büyük gayret sarf eden Selmânı Fârisî “radıyallahü anh”, çok âlim yetiştirdi. Ebû Sa’îd elHudrî, Abdüllah ibni Abbâs, Evs bin Mâlik onun talebeleri arasındaydı.
Ebû Hüreyre ondan hadîsi şerîf rivâyet etmiştir.
Tâbi’înin büyüklerinden ve o zamân Medîne’de Fukahâi seb’a denilen, yedi büyük âlimden biri olan, Kâsım bin Muhammed bin Ebî Bekr de, Selmânı Fârisî’nin talebelerinden olup, onun ders ve sohbetlerinde kemâle gelmiş, Silsilei Aliyye denilen büyük âlimlerin halkalarından birini teşkîl etmektedir.
Ebû Hüreyre “radıyallahü anh”, Onun iki kitabı da bildiğini söylemiştir. Bunlardan birisi İncîl, diğeri de Kur’ânı kerîm’dir.
Selmânı Fârisî, buyurdu ki: “Mümin, tabîbi yanında olan hastaya benzer. Tabîbi, ona yarayan ve yaramayanı bilir.
Hasta kendine zararlı bir şey isterse, mâni’ olur ve o şeyi alırsan ölürsün der. Müminin hâli budur. O birçok şeyleri arzûlar, ama tâ ölünceye kadar Allahü teâlâ mâni’ olur. Sonra Cennete gider.”
“Şaşılır şu kimseye ki, dünyâya hırsla sarılır, ama ölüm onu aramaktadır. Unutmuş ama unutulmuş değildir. Güler ama, bilinmez ki, Rabbi ondan râzı mıdır, yoksa değil midir?”
“Üç şey beni hayrete düşürdü. Bunlar:
1) Ölüm kendisini yakalamak üzere olduğu hâlde, dünyâlık peşinde olan kimselerin hâli.
2) Kendisi gaflete dalıp, kendini unuttuğu hâlde unutulmamış olup, hesâba çekilecek olan kimselerin hâli.
3) Rabbinin kendinden râzı olup, olmadığını bilemediği hâlde, ağız dolusu gülen kimselerin hâli.”
Selmânı Fârisî, gâyet az yerdi. Bir sofrada kendisine dahâ ziyâde yemesi için ısrâr edilince, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” kendisine; “İnsanların ahrette çok açlık çekecek olanları, dünyâda doyuncaya kadar yemek yiyenlerdir” buyurduğunu haber verdi. Çok cömert olan Selmânı Fârisî “radıyallahü anh”, günlük gelirinin çoğunu dağıtırdı ve el emeği ile geçinirdi. Fakîrleri dâimâ doyurur, onlarla berâber yerdi.
Kendisi çok ihtiyâr olduğu hâlde, kendi işini kendi görürdü. Bir şey taşırken elleri titrerdi. Halk etrâfına toplanır, eşyâlarını biz taşıyalım derler, o kabûl etmez ve yerine kadar kendim götüreceğim, derdi. Hâlbuki emrinde binlerce kişi vardı.
Selmânı Fârisî buyurdu ki: “İlim çoktur, Fakat ömür kısadır. O hâlde, önce dinde zarûrî lâzım olan ilimleri öğren! Kalp ile bedenin hâli kör ve topal bir kimsenin hâli gibidir. Kör, bir ağacın altına gider, Fakat onda meyve olduğunu göremez. Topal, ağaçtaki meyveyi görür, Fakat alamaz. İlâhî nimetleri, kalp bilmeli, inanmalı, beden de onunla âmil olmalı ki, ahretteki sonsuz nimetlere kavuşmak nasîp olsun.”
“Sizler, mümkün olduğu kadar sabâh çarşıya ilk çıkan ve akşam en son dönen olmayınız. Çünkü bu iki vakit, şeytânların harp ettikleri zamânlardır.”
Müminler de çok şeyler arzû ederler. Fakat, Allahü teâlâ onlara fâideli olanları yaratır, zararlı olanları yaratmaz. Müminler bu şekilde vefât ederler ve Allahü teâlâ’nın Cennetine girerler.
Bir kimse açık günâh işlerse; tövbesini açık, gizli olarak günâh işlerse, tövbesini gizli yapsın. Tövbe ettikten sonra: “Yâ Rabbî, bu tövbe ile günâhımı afv et”, diye duâ etsin.
Üç şey beni devâmlı ağlatır: Birincisi, Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtı. Bu ayrılığa dayanamadım ve durmadan ağlıyorum. İkincisi, kabirden kalktığım zamân hâlim ne olur, onu bilemediğim için ağlıyorum.
Üçüncüsü, Allahü teâlâ beni hesâba çektiği zamân, Cennetlik miyim, Cehennemlik miyim bilemiyorum. O zamân hâlim ne olur, bilemiyorum, onun için ağlıyorum.
Selmânı Fârisî “radıyallahü anh” bir gün, bir vesk (bir deve yükü=250 litre) nafaka satın aldı. Bir kimse onu gördü ve yâ Selmân, bu kadar nafakayı ne yapacaksın. Bunu bitirecek kadar ömrün olduğunu biliyor musun, diye sordu. Selmân “radıyallahü anh”, insan nafakasını aldığı zamân, mutmain (râhat) olur. Ondan sonra nafaka ve başka bir şey düşünmeden, Allahü teâlâ’nın zikri ile meşgûl olabilir. İnsan nafakası temâm olunca, ibâdetler ve vesveselerden emîn olur, dedi.
Selmânı Fârisî “radıyallahü anh” arkasından bir kimsenin yürüdüğünü gördüğü zamân, bu hâl, sizin için hayırlı, Fakat benim için fenâdır, buyurur, hiç kimsenin arkasından yürümesini istemezdi. Bir zenginle arkadaş olduğun zamân, onun yanında dereceni düşürmek istemiyorsan, kendisinden bir şey isteme. Çünkü istemek, insanoğlunun yüzünde siyâh bir lekedir. Verileni ret eden kimse ise, verenin gözünde büyük ve ona karşı makâmını korumuş olur. Farzları tâm yapmadığı hâlde, nâfilelerle derecesini yükseltmeye çalışan kimsenin hâli, sermâyesi elinden çıktığı (iflâs ettiği) hâlde, kâr peşinde koşan bir tüccârın hâline benzer.
Müminin ölüm zamânında alnının terlemesi, gözleri yaşarıp, burun deliklerinin kabarması, Allahü teâlâ’nın rahmetine nâil olduğunun alâmetidir.
Kur’ânı kerîmi tilâvet eden bir kimseden, Hicr sûresindeki,
(Şüphesiz ki o azgınların hepsine va’d olunan yer; Cehennemdir) âyetini işitince, feryat etti ve başını iki eli arasına alıp, çıkıp gitti. Üç gün kendine gelemedi. Ne yaptığını dahî fark edemiyordu.
Medâynde iken Ebû’dDerdâ’ya “radıyallahü anh” yazdığı mektupta: Hastaları tedâvî etmek için tabâbete başladığını öğrendim. Hakîkî tabip isen, nasihate devâm et. Çünkü sözün şifâdır. Yok eğer hakîkî tabip değil isen, Allahü teâlâ’dan kork, Müslümânların kanına girme, buyurdu.
Namâz bir ölçektir. Kim dolu dolu ölçer, onu hakkıyla kılarsa, büyük ecr ve mükâfâta kavuşur. Kim ki, eksik ölçerse [âdâbına uygun kılmazsa] Allahü teâlâ’nın buyurduğu Veyli [Cehennemi] hâtırlasın.
Ebû Vâil diyor ki: Bir arkadaşımla Selmânı Fârisî’yi ziyârete gittim. Bize bir miktâr arpa ekmeği ve biraz da tuz getirdi. Arkadaşım, şu tuzun yanında biraz da sağter (kekik gibi bir ot) olsaydı, dedi. Bunun üzerine Selmân “radıyallahü anh” matarasını rehin vererek, o otu aldı geldi. Yemeği bitirince arkadaşım, “Bize verdiği nimete kanâat ettiğimiz Allahü teâlâ’ya hamd ederiz”, dedi. Selmân “radıyallahü anh”, Eğer kanâat etseydin benim matara rehin olmazdı, buyurdu.
Kendisine hakâret edip, kötü sözler söyleyen birisine, Eğer ahrette günâhlarım ağır, sevâplarım hafîf gelirse; senin söylediğinden çok dahâ kötüyüm. Yok günâhlarım hafîf, sevâplarım ağır gelirse; senin sözlerinin bana bir zararı olmaz, diye cevab verdi. Eline geçmediği hâlde geçmiş gibi nimetlere şükür edip râzı olan, eline geçmiş hükmündedir, buyurdu.
Dünyâda Allah için tevâzu’ ediniz. Dünyâda tevâzu’ sahibi olanları Allahü teâlâ kıyâmet günü yüceltir. Cehennemin zulmeti ve azâbı, dünyâda iken insanların kendilerine ve başkalarına yaptıkları zulümdür.
Kendisine niçin güzel elbise giymiyorsun diyenlere, buyurdu ki: Kölenin iyi ve güzel elbise ile ne münâsebeti olabilir. Âzât olduğu (Cehennemden kurtulduğu) zamân, hiç eskimeyen ve çok güzel elbiseler kendisine giydirilecektir.
Sa’d “radıyallahü anh” hazretlerine nasihatinde, bir şeyi yapmaya niyet ettiğin zamân, niyetinde ve azminde Allahü teâlâ’dan kork. Harâm ve günâh olan bir şeye azmetme, buyurdu. Selmânı Fârisî “radıyallahü anh”, ölüm döşeğinde yattığı vakit ağladı. Sebebini soranlara, Dünyâdan ayrıldığım için ağlamıyorum.
Ancak, Resûli Ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem”,
(Dünyâdan ayrılırken sermâyeniz bir yolcunun yol azığından fazla olmasın), buyurmuştu. İşte buna ağlıyorum, dedi. Hâlbuki öldüğü vakit bıraktığı malın kıymeti on dirhem civârında idi.
Selmânı Fârisî’nin “radıyallahü anh”, Peygamberimizden rivâyet ettiği hadîsi şerîflerden bazıları şunlardır:
(İnsanlar ilim öğrenip, ameli terk ettikleri, dil ile sevişip, kalpten düşmanlık besledikleri ve sılâı rahmi (akrabâ ziyâretini) terk ettikleri zamân, Allah onlara lanet eder, kulaklarını sağır (hakîkati dinlemez), gözlerini kör (doğruyu göremez) eder.)
(Allahü teâlânın yüz rahmeti vardır. Bunlardan yalnız birini dünyâya indirdi. İnsan ve cin, kuş ve bütün hayvanlar, bu bir rahmetin tesîriyle birbirine acır ve birbirlerine merhamet ederler. Diğer doksan dokuz rahmeti âhırete bıraktı. Onlar ile de kullarına merhamet edecektir.)
(Muhakkak ki sizin Rabbiniz hayâ ve kerem sahibidir. Kulları, ellerini kaldırıp, kendisinden bir şey istedikleri zamân, onları boş çevirmekten hayâ eder.)
Selmân “radıyallahü anh”, Resûli ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” bizde olmayan şeyi, misâfir için almak sûretiyle külfete girmememizi ve mevcut ile yetinmemizi bizlere emir etmiştir, buyurmuştur.
(Dünyâ malından nasibiniz, yolcunun azığı gibi olsun.)
(Malıyla Allahü teâlâya itâat eden ve malının zekâtını veren mal sahibi, kıyâmet günü serveti ile berâber gelir. (Sırat köprüsünden geçerken), her ne zamân Sırat önüne dikilirse, malı, geç, geç, zîrâ sen Allahü teâlânın bende olan hakkını ödedin, der. Sonra da malındaki Allahü teâlânın hakkını ödemeyen gelir. Malı yanında Sırat köprüsü önüne çıkınca, mal, yazık sana, neden Allahü teâlânın bende olan hakkını ödemedin? diye, onunla alay eder, durur. Tâ ki adam, vay bana, ben ne yaptım, der ve Sıratı geçip Cennete kavuşamaz)
(Misâfir için külfete girmeyin; misâfir buna üzülür. Kim ki misâfiri küstürürse, Allahü teâlâyı küstürmüş olur. Allahü teâlâyı küstürene de Allahü teâlâ buğz eder.)
(Dünyâda iyilik işleyenler, ahırette yaptıkları iyiliklere kavuşurlar.)
Hadîsi şerîflerde buyuruldu ki:
(Ey Selmân, hastanın duâsı kabûl olunur. Duâ et ve anlayarak duâ yap! Sen duâ et, ben de âmîn diyeyim.)
(Ey Selmân! Kur’ânı kerîmi çok oku!)
(Cennet üç kişiye müştaktır (aşırı istekle onları beklemektedir). AlîyyülMürtezâ, Ammâr bin Yâsir ve Selmânı Fârisî.)
Selmân-ı Fârisî radıyallahü anh Menkıbeleri
Selmânı Fârisî “radıyallahü anh”, Hazreti Ömer zamânında Medâyn Vâlîsi iken, otuz bin kişiye hutbe okuduğu zamân, yanında da iki parçadan müteşekkil bir hırka vardı. Hırkasının bir parçasını namâzlık olarak serer, namâz kılar, diğer parçasını da giyerdi. Ondan başka hiçbir elbisesi yoktu. Vâlî olduğu için, kendisine mâaş verildi. Mâaşını aldığı zamân ondan hiçbir şey harcamaz, hepsini fakîrlere dağıtırdı. Kendi el emeği ile geçinirdi. Topraktan tabak çanak yapar, üç dirheme satardı. Onun bir dirhemi ile bir dahâ tabak yapmak için malzeme alır, bir dirhemini sadaka verir, bir dirhemiyle de evinin ihtiyâcı olan şeyleri alırdı. Üzerinde damı (tavanı) bulunmayan basit bir evde yaşardı. Bir taraftan güneş gelince, duvarlardan güneş gelmeyen yere geçer, oraya güneş gelince güneş gelmeyen diğer tarafa geçerdi. Medâynde Vâlî iken Şâm’dan bir kimse geldi. Yanında bir çuval incir vardı. Selmânı Fârisî’yi “radıyallahü anh” tek bir hırka ile görünce işçi zan etti ve “Gel şunu taşı” dedi. Selmân “radıyallahü anh” çuvalı yüklendi ve yürümeye başladı. Selmânı Fârisî’yi “radıyallahü anh” tanıyanlar, adama, “Sen ne yapıyorsun, bu vâlîdir” dediler. Adam, Selmâna “radıyallahü anh” dönüp, “Kusûrumu bağışlayınız, sizi tanıyamadım. Çuvalı indirin” dedi. Selmân “radıyallahü anh”, “Hayır, niyet ettim, gideceğin yere kadar götüreceğim”, dedi. Adamın evine kadar götürdü. Selmân “radıyallahü anh” böylesine de tevâzu’ sahibi idi.
Hanımı anlatır: Vefâtına yakın bana: “Evde biraz misk olacak, onu suya koy ve başımın etrâfına saç, insan ve cin olmayan kimseler (melekler) yanıma geleceklerdi” dedi. Söylediği gibi yaptım. Dışarı çıktım. Odadan, “Esselâmü aleyke, ey Allahın Velîsi ve Resûlullahın arkadaşı” diyen bir ses duydum. İçeri girdiğimde rûhunu teslîm etmişti. Yatağında uyuyor gibiydi.
Sa’îd bin Müseyyeb, Abdüllah bin Selâmdan “radıyallahü anh” naklen anlatır: Selmânı Fârisî bana: Ey kardeşim, hangimiz evvel vefât edersek, vefât eden kendisini hayâtta olana göstersin, dedi. Ben de, bu mümkün midir? dedim. Evet, mümkündür. Çünkü müminin rûhu bedeninden ayrılınca, istediği yere gidebilir. Kâfirin rûhu Siccinde habs edilmiştir, dedi. Selmân “radıyallahü anh” vefât etti. Bir gün kaylûle yaparken, (gün ortasında uyurken) Selmân’ın geldiğini gördüm. Selâm verdi. Selâmına cevab verdim. Yerini nasıl buldun diye sordum. İyidir. Tevekkül et. Tevekkül ne iyi şeydir, dedi ve üç kere tekrârladı.
Selmânı Fârisî “radıyallahü anh” ilim ve fazîlet sahibi bir zât idi. Her ilimde âlim idi. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” sıdk ve muhabbeti sebebiyle, Eshâbı kirâm’ın ileri gelenleri arasına Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” tarafından dâhil edildi. Muhâcirlerle Ensâr arasında, Muhâcirlerden mi, yoksa Ensârdan mı meselesinde ihtilâf çıkınca, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Selmân bizdendir, ehli beytdendir) buyurdu.