Osmânlıların son döneminde Doğu Anadolu’da yetişen Evliyânın en büyüklerindendir. Seyyiddir. İsmi Muhammed Sâlih’dir. Babasının İsmi Molla Ahmed’dir. Büyük velî seyyid Abdülkâdiri Geylânî hazretlerinin on birinci torunu, Molla Ahmed’in oğlu ve seyyid Tâhâi Hakkârî hazretlerinin kardeşidir. Seyyid Tâhâi Hakkârî hazretlerinden ilim ve bu yolun edeplerini öğrenip, Tasavvufta yüksek derecelere kavuştu. Çok kimselere doğru yolu göstermiş, onların din ve dünyâ se’âdetine kavuşmalarına sebep olmuştur. Doğum târîhi bilinmemektedir. 1281 [m. 1865] senesinde Nehrîde vefât etti. Kabri, ağabeyi ve hocası seyyid Tâhâi Hakkârî hazretlerinin ayak ucundadır. Silsilei aliyye denilen büyük âlimlerin otuz ikincisidir.
Seyyid Muhammed Sâlih, küçük yaşta Kur’ânı kerîmi ezberledi. Sonra, tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zâhirî ilimlerle, zamânın fen ve edebiyât bilgilerini öğrenerek büyük bir âlim oldu. Tasavvufta da yetişerek, kalp ilimlerinde marifet sahibi olmak için, ağabeyi seyyid Tâhâi Hakkârî’nin sohbetlerine devâm etti. Senelerce ona hizmet etti. Mübârek teveccühlerine kavuştu. Vilâyet derecelerinde çok yükseldi. Hocası, ona icâzet vererek, talebe yetiştirmek üzere Berdesûra gönderdi. Seyyid Muhammed Sâlih hazretleri orada talebe yetiştirmeye başladı. Seyyid Tâhâi Hakkârî hazretleri vefât edeceği zamân, ona kendisinden sonra makâmlarına kimin oturacağı soruldu. “Birâderim Sâlih, âmil ve olgundur. Herkesin başı onun eteği altındadır,” buyurarak, seyyid Sâlihi yerine bıraktı. Hasta kalplere şifâ olan sohbetleri ile, âşıklarının kemâle gelmesine, Hakka yaklaşarak velî birer zât olmalarına vesîle oldu.
Seyyid Muhammed Sâlih hazretleri, muhabbet ve edep sahibiydi. Vera’sı ve takvâsı çoktu. Harâmlardan şiddetle kaçar, şüpheli korkusuyla mubâhların fazlasını terk ederdi. Ekserî günler oruçlu olurdu. Gecelerini ibâdetle ihyâ ederdi. Öğle vakti kaylüle yapardı. Çok merhâmetli olup, hiç kimseyi incitmezdi. İnsanların Cehennemde yanmamaları için elinden gelen gayreti gösterir, emri marûfa çok ehemmiyet verirdi. Gayri Müslimlere dahî iyilik yapardı. Bu sebeple herkes tarafından sevilirdi.
Seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin mübârek alınlarında nûr parlardı. Onu gören, Allahü teâlâ’nın sevgili bir kulu olduğunu hemen anlar, hürmette kusûr etmemeye çalışırdı. Bir gece, hırsızın biri seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin evini soymaya karâr verdi. O gece ay çıkmamıştı ve zifiri karanlıktı. Hırsız, bağçe duvarından içeri atladı. Fakat o anda bahçenin birdenbire gündüz gibi aydınlandığını gördü. Hayret etti. Görürler korkusuyla hemen dışarı çıktı. Ortalık yine karanlık oldu. “Herhâlde bu defa aydınlık olmaz,” düşüncesiyle tekrâr bahçeye girdi. Ortalık bir anda yine aydınlandı. Yine çıktı, tekrâr girdi. Nihâyet evin penceresine baktığında, seyyid Muhammed Sâlih hazretlerini gördü. Seyyid Sâlih hazretleri, hırsıza; “Buyurun, her ne isterseniz vereyim.
Bir şey almaya geldiyseniz söyleyin,” buyurdu. Hırsız onun güneş gibi parlayan mübârek yüzünü görüp, o cömertçe tatlı sözünü işitince, hayrân kaldı. Bahçeye girince meydâna gelen aydınlığın seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin nûru olduğunu anlayıp, yaptığına pişmân oldu. Huzûruna varıp tövbe etti. Ondan sonraki günlerde onun derslerine giderek, ilim öğrenmeye başladı. Talebelerinden oldu.
Seyyid Tâhâ hazretlerinin oğlu Ubeydullah, babasının yerine halîfe olan amcası seyyid Muhammed Sâlih hazretlerine talebe olmayıp, diğer halîfesi seyyid Fehîm hazretlerine tâbi’ olmak istedi. Fehîmi Arvâsî ise ona; “Muhterem babanız, yerine seyyid Muhammed Sâlih hazretlerini ta’yîn ettiler. Bu sebeple siz de, biz de onun sohbetine gidip, ona tâbi’ olmamız lâzımdır,” buyurdu. Buna rağmen Ubeydullah, buna itirâz eyledi. Bunun üzerine Fehîmi Arvâsî; “Mübârek hocamızın kabri şerîfine gidelim ve soralım. Ne buyururlarsa yapacak mısın?” buyurdu. O da; “Yaparım,” dedi. Gittiler. Kabristâna girişte, ayakkabılarını çıkarıp, kabrin yanına vardılar. Dahâ hiçbir şey söylemeden Tâhâi Hakkârî hazretlerinin; “Fehîm! Ubeydullahı, kardeşim Muhammed Sâlihe götür,” buyurduğunu işittiler. Ubeydullah, babasının bu emrine uyarak, süratle amcasının huzûruna koştu. Amcası kendisine sarıldı ve sıktı. O anda Ubeydullaha o kadar muhabbet geçti ki, Ubeydullahda meydâna gelen bu muhabbet ateşinden, amcası; “Ubeydullah bu sarılma ile kemiklerimi eritti,” buyurdu.
Seyyid Muhammed Sâlih, 1281 [m. 1865] senesinde hastalandı. Talebelerini toplayarak her biriyle vedalaştı, halâllaştı. Vasiyetini bildirdi. Kabriyle alâkalı olarak da; “Kabrimi ağabeyim seyyid Tâhâ hazretlerinin kabri şerîfinin ayak ucuna kazınız. Edebi gözetip, kabirde de mübârek ayakları başımın üstüne gelecek şekilde olmasını sağlayın. Bizden sonra seyyid Fehîme tâbi’ olun,” buyurdu. Sonra talebelerinin Kur’ânı kerîm tilâvetleri arasında vefât edip, sevdiklerine kavuştu. Vasiyetini aynen yaptılar. Kabrini hocasının ayak ucuna kazdılar. Şimdi bu iki kabrin üç taşı vardır. Yani seyyid Tâhâ hazretlerinin kabrinin ayak ucundaki taş, seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin baş taşıdır.
Seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin nesli, seyyid Nûreddîn ve seyyid Muhammed Emîn isminde iki oğlu vâsıtasıyla devâm etmiştir.
Seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin vefâtından sonra, Seyyid Fehîmi Arvâsî hazretleri irşat vazîfesini devâm ettirdi. İnsanlara İslâmiyyetin emir ve yasaklarını anlatıp onların kurtuluşlarına vesîle oldu. Seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin halîfelerinden Şeyh Azrâil, Girite oradan da Brezilyaya hicret edip, orada İslâmiyyetin yayılması için çalıştı. Şeyh Azrâil’in kızı, Seyyid Fehîmi Arvâsî hazretlerinin zevcesi ve seyyid Reşîd Efendinin annesiydi.