Doğu Anadolu’da yetişmiş büyük âlim ve velîlerdendir. Silsilei aliyye denilen büyük âlimler halkasının otuz birinci kâmil ferdidir. Peygamber efendimizin neslinden olan seyyid Tâhâ, seyyid Abdülkâdiri Geylânî hazretlerinin on birinci torunudur. Babası seyyid Molla Ahmed bin Sâlih Geylânî’dir. Şihâbüddîn, İmâdüddîn, Kutbülİrşâd velmedâr lakaplarıyla meşhûrdur. Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî hazretlerinin halîfelerindendir. Doğum târîhi bilinmemektedir. 1269 [m. 1853] senesinde Şemdinli yakınındaki Nehride vefât etti. Kabri orada olup, ziyâret edenler, feyiz ve bereketlerinden istifâde etmektedirler.
Seyyid Tâhâi Hakkârî’nin dahâ çocukluğunda, büyüklük ve olgunluk hâlleri görülmeğe başlamış, zekâ, istidât, vakâr ve heybeti ile herkesin dikkatini çekmiştir. Onu her gören, ilerde pek büyük bir zât olacağını söylerdi. Küçük yaşta Kur’ânı kerîmi ezberledi. Sonra ilim tahsîline başladı. Süleymâniye, Kerkük, Irâk, Erbîl, Bağdâd gibi ilim merkezlerine giderek, büyük âlimlerden, tefsîr, hadîs, fıkh gibi zâhirî ilimleri, zamânın fen ve edebiyât bilgilerini öğrendi.
Hicrî on üçüncü asrın müceddidi olan Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî , Hindistân’a giderek, Gulâm Alî Abdüllahi Dehlevî’nin huzûru ile şereflenip, lâyık ve müstahak oldukları fazîlet ve kemâlâta kavuşup, Süleymâniyeye döndükten sonra, her taraf onun kalbinden saçılan nûrlarla aydınlanmaya başladı. Bu sırada medresede ilim öğrenirken arkadaşı olan seyyid Abdüllahı Şemdînî de Süleymâniyede bulunan Mevlâ’nâ Hâlidi ziyârete gitti. Sohbetinde bulunarak, kemâle geldi ve halîfei ekmeli Yani en olgun halîfesi oldu. Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî ye, birâderinin oğlu seyyid Tâhânın, hârikulâde ve yüksek istidâdını anlattı. Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî hazretleri de, bir dahâ gelişinde, onu berâber getirmesini emir buyurdu. Seyyid Abdüllah, ikinci ziyâretlerinde, yeğeni seyyid Tâhâyı da götürdü. Mevlâ’nâ Hâlid hazretleri, Bağdâdda seyyid Tâhâyı görür görmez, hemen Abdülkâdiri Geylânî hazretlerinin kabri şerîfine gidip, istihâre etmesini emir etti. Seyyid Tâhâ da kabre gidip, istihâre etti. Ceddi Abdülkâdiri Geylânî hazretleri, Allahü teâlânın izniyle kabri şerîfinden kalkdı ve onu çok iyi karşıladı. Sonra; “Benim yolum büyük ise de, şimdi ehli kalmadı. Mevlâ’nâ Hâlid ise, zamânının âlimi, Evliyânın en büyüğüdür. Hemen ona git, teslîm ol, onun emrine gir,” buyurdu.
Seyyid Tâhâ, büyük dedesi seyyid Abdülkâdiri Geylânî hazretlerinin manevî emri ve izni üzerine, Mevlâ’nâ Hâlid’in huzûruna geldi.
Seyyid Tâhâ hazretleri, Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî nin yanında seksen gün kaldıktan sonra, velilikte pek yüksek derecelere kavuştu. Keşf ve kerâmet sahibi olarak hilâfeti mutlaka ile şereflendi.
Seyyid Tâhâ hazretleri, hilâfetle müşerref olup, Berdesûra hareket edeceği zamân, Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî onu büyük bir cemâat ile uğurladı. Vedâdan sonra, seyyid Tâhâ, Mevlâ’nâ Hâlidin ayrılmış olduğunu hissedip, atına binmek istediğinde, üzenginin bir kimse tarafından tutulduğunu anladı. Baktığında, üzengiye yapışan ve onu tutanın hocası Mevlâ’nâ Hâlid olduğunu gördü. “Estagfirullah” deyip, geri çekildi. Mevlâ’nâ Hâlid, seyyid Tâhâ hazretlerine hitâben; “Bir zamân nefsinin terbiyesi için size dağdan taş getirtiyordum. Şimdi Resûli Ekremin Ehli beytine olan bağlılığım sebebiyle, üzengini benden başka kimse tutamaz. Siz de bundan kaçınamazsınız,” buyurdu. O da sıkılarak; “Emir edepden üstündür,” sözü gereğince, ata bindi. Bir müddet birçok âlim, Sâlih, talebe ve halkın katıldığı uğurlama merâsimi ile yürüdü. Sonra, Mevlâ’nâ Hâlid durdu. Elindeki dizginleri, seyyid Tâhâ’ya verip; “Bundan sonra dizginlerin senin elindedir. Terbiye ve yetişmende kusûr etmedim. Cenabıı Hak yardımcın, büyüklerin rûhları sığınağın olsun,” buyurdu. Tâhâi Hakkârî hazretleri, Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî nin halîfesi olarak Berdesûra geldi.
Amcası seyyid Abdüllahı Şemdînî, Nehrîde talebe yetiştirmek ile meşgûl iken, oraya çok yakın olan Berdesûra seyyid Tâhâ’nın da gönderilmiş olmasının hikmetini anlayamayan birçokları; “Böyle iki büyük halîfenin bir yere gönderilmesinin sebebi nedir?” dediler. Fakat bunu, kısa bir süre sonra seyyid Abdüllahı Şemdînî, vefât ettiğinde anladılar. Bunun üzerine, oranın halkı tarafından Seyyidi Büzürk (Büyük Efendi) diye bilinen seyyid Tâhâ hazretleri, Nehrî kasabasına gelip irşâda başladı. Burada kırk iki sene, ilim talebesine, Hak âşıklarına ve Hakkı arayanlara ilim, feyiz ve nûr saçtı. Âşıklar, uzaktan yakından pervâne gibi bu irşat ve nûr kaynağının etrâfına toplandılar.
Nehrî, Cennet bahçelerinin gıpta edeceği bir gülistân oldu. Allahı arayanların arzûsu ve rûhlarının mıknatısı hâline geldi.
Şimdi birkaç harap evin bulunduğu Nehrîde, o zamân nüfus on altı bine yükseldi. Birkaç câmi’, mescit, medreseler, çarşı ve diğer dükkân, hân, hamam ve benzeri binâlarla o civârın merkezi oldu.
Seyyid Tâhâ’nın sohbetleri bereketiyle, pek çok kimse Allahü teâlâ’nın rızâsını kazandı. Onu gören müslim veyâ gayri müslim, o anda Allahü teâlâ’yı hâtırlardı.
Seyyid Tâhâ hazretleri, vefâ ve sadâkatde, Hazreti Ebû Bekri Sıddîkı, şecaatte ve adâletde Hazreti Ömeri, hayâ ve hilimde Hazreti Osmânı, vilâyeti kübrâda Hazreti İmâm Alîyi “radıyallahü anhüm” temsil ederdi. Tıpkı Resûlullaha yakın Eshâbı kirâm’dan birisi gibiydi.
Seyyid Tâhâ hazretleri, teheccüt namâzını ekseriyâ bereketli evinde, bazen kendi mescitlerinde edâ ederlerdi. Kuşluk namâzını dâimâ câmi’de kılardı. Her gün medreseleri kontrol eder, müderris ve talebelerin tahsîllerini tetkik buyururdu. Müderrislerin müşkül meselelerini hâllederdi. Nehrî, karınca yuvası gibi, dâimâ Sâlih kişiler ve talebelerle dolu idi. Binlerce gönül sahibi feyiz almak için boyunlarını büküp, o dergâha akın ederlerdi. Gecegündüz o makâmın, zikr, fikr, ibâdet ve tâ’atsiz bir ânı bulunmazdı. Seyyid Tâhâ hazretleri dergâhı teşrîflerinde, herkesin gönülleri, inci saçılan dillerinden çıkacak sözlere bağlanırdı. Nehrî kasabası bin yedi yüz hâne iken, hiçbir evde yemek söz konusu değildi. Hepsi seyyid Tâhâi Hakkârî’nin dergâhından yer, içerdi. İkindi namâzından sonra “Hatmi hâcegânı kebîr”, sonra İmâmı Rabbânî hazretlerinin (Mektûbât)ı okunurdu. Mektûbâtı, seyyid Fehîm hazretlerine okuturdu. O yok ise, muhterem damatları ve halîfeleri seyyid Abdülehad hazretlerine okuturlardı.
Hocasının tavsiyelerine uyarak, devlet adamlarıyla temâs buyurmazlar, ancak bazı Müslümânların zararını önlemek üzere mektup yazarlardı. Hâlbuki başta Sultân Abdülmecîd Hân olmak üzere, bütün devlet adamları, her emirlerine âmâde ve hâzırdı.
Seyyid Tâhâ hazretlerinin, aklı, idrâki, idâre ve intizâmı akıllara hayret verirdi. Dünyâ ve âhırete ait ilimlerdeki mahâret ve ihtisâsı herkesten üstündü.
Hülâsa, maddî ve mânevî olarak, İslâm âlemine bahşedilen ilâhî lütuflardan bir büyük nimetti.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin babasının dedesi olan seyyid Muhammed, o zamân Vandan gelip, bu kaynaktan feyiz aldı. Seyyid Tâhâ, Vanı şereflendirince, seyyid Muhammedin evinde misâfir olurdu. Seyyid Muhammedin birâderi Molla Lütfînin oğlu seyyid Sıbgatullah Efendi de, Hizândan Vana gelince, seyyid Tâhâya talebe oldu. Çok feyiz ve bereketlere kavuştu. Sonra Hizâna babasının yanına gitti. Bundan sonra, yüzlerce talebesi ile, her yıl Nehrîye seyyid Tâhâ hazretlerini ziyârete giderdi.
Seyyid Tahâ hazretlerinin, Halîfe Köse nâmıyla tanınan; âlim, âmil ve veliyyi kâmil bir talebesi vardı. Seyyid Tâhâ’nın halîfelerinden olup, İsmi Tâhâ idi. Edebinden, “İsmimTâhâdır,” demeğe hayâ ederdi. Üstâdından kendisine bir isim vermesini düşünür, Fakat arz edemezdi. Sakalı biraz seyrek idi. Bir gün, bu düşüncesini ve utancını keşfeden hocası, bir talebesine; “Bizim Köse buraya gelsin,” buyurdu. Buna çok sevinip, bu İsmi üzerine aldı ve hilâfetle şereflendikten sonra da İsmi, “Halîfe Köse” kaldı.
Seyyid Tâhâi Hakkârî hazretleri büyük bir Velî idi. Nitekim bir defasında Mevlâ’nâ Hâlidi Bağdâdî hazretleri; “Beni seyyid Abdüllah ve seyyid Tâhâ’dan üstün zan etmeyin” buyurmuştu. Meclisinde olanlar; “Efendim, siz ikisinin de hocasısınız,” dediler. “Benim onlar yanındaki yerim, bir sultânın çocuklarını yetiştiren bir hoca gibidir. Onlar sultânın çocukları olduğu için, bu hocadan üstündürler,” buyurdu.
Bir gün seyyid Tâhâ hazretleri seyyid Sıbgatullaha buyurdular ki: “Molla Sıbgatullah! Üstâda muhabbet ve onunla sohbet, her şeyden üstündür. Çünkü üstat, kemâl mertebelerinin en yükseğine kavuşturmak ve ona marifetleri vermekle, talebesinin hastalıklarını izâle eder, giderir.”
Yine şöyle buyurdu: “Şahı Nakşîbend hazretleri, yolunun esâsını Eshâbı kirâmın “aleyhimürrıdvân” yolu üzere kurdu. Onlar Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” muhabbetini kâfi gördükleri gibi, bize de, üstâda muhabbet yeter.”
Seyyid Sıbgatullah Arvâsî hazretleri, seyyid Tâhâ hazretlerine; (Nefehât) gibi bazı kitâplarda, bazı Evliyâ için “kuddise sirruh”, bazıları için “rahmetullahi aleyh” deniyor; hikmeti nedir?” diye suâl etti. Seyyid Tâhâ hazretleri şöyle buyurdu: “Birincisi, nefsinden tamâmen kurtulanlar, ikincisi, kendinde, nefsinden bir şeyler kalanlar içindir.
Nefsden tamâmen kurtulmak, irşâdın şartı değildir. “Rahmetullahi aleyh” denenlerden de bir çoğu, irşat makâmına oturmuşlar, büyüklerin yolunda olup, fâideli olmuşlardır.”
Bir halîfesine şöyle buyurdu: “Halka önce işâretle muâmele et. Bu fâide vermezse, ibâre ile (söz ile) söyle. Bu da fâide vermezse, ondan yüz çevir. Sen birinden yüzünü çevirirsen, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” kadar bütün “Silsilei Alîyye” büyükleri ondan yüz çevirir.”
Bir gün, kendilerine; “Nehrîde sâdık talebeniz kimdir?” dediler. “Molla Muhammed Münhanîdir” buyurdu. “O, katı tabiatlıdır.” dediler. Bunun üzerine, Mevlâ’nâ Ahmed Cüzeyrînin Dîvânındaki şu beyti okudu:
“Ehli tarîk, makâmları seyrederken renk renktir,
Bir kısmı ilâhî cemâl, bir kısmı celâldedir.”
Çeşitli zamânlardaki sohbetleri sırasında buyurdu ki: Amellerinizi ucb [beğenmek, ibâdeti kendinden bilmek] ile örtüp yok etmeyiniz. Bizim yolumuzda ucb ve riyâ yoktur. Riyâ ve ucba halâl diyen, yolumuzda değildir. Bizim yolumuzdaki yolcuların fâideleri ana ve babalarına da ulaşır.
Evliyânın vefâtından sonra istifâde hakkında; “Kılıç kınından çıkmadıkça, [rûh, bedenden ayrılmadıkça] kesmez,” buyurdu.
“Zikr yapılmaksızın, yalnız râbıta ile Hakka kavuşmak mümkündür. Zikr ise, râbıtasız kavuşturucu değildir,” buyurdu.
Bir sohbeti esnâsında buyurdu ki: “Bana Cennet ve Cehennemden bahsetmek işi verilmedi. Bu kapıda olanlara bu ikisi tesîr etmez.” Bu sözü açıklarken halîfesi seyyid Sıbgatullah Arvâsî şöyle buyurdu: “Ebrâr, Yani iyi müminler âhıretleri için amel ederler. Mukarrebler, Yani Allahü teâlâ’ya yakın olan ve hep Onunla bulunmaktan zevk alan seçilmişler, sâdece Allahü teâlâ için amel ederler.”
İnkârcılardan ve bidat sâhiplerinden kaçınmak husûsunda buyurdu ki: “Münkirden [inkârcıdan] ve bidat ehlinden asılandan kaçar gibi kaçınız! Münkirin ekmeğini yiyenin kalbi, zikre karşı kırk gün ölür. Bu münkirler, Resûlullahın zamânında olsalardı, ona îmân etmezlerdi.”
Seyyid Tâhâ hazretleri bazen; (Misvâk kullanarak kılınan namâz, misvâksız namâzdan yetmiş kat üstündür!) hadîsi şerîfini okurdu. Hadîsdeki sivâk, “misvâklamak” manâsına geldiği gibi “sensiz” manâsına da gelir. O zamân hadîsi şerîfin manâsı; (Sensiz, yani kendini düşünmeden Rabbinle olduğun bir rek’at, kendinle olduğun yetmiş rek’atden fâidelidir) buyururdu.
Seyyid Tâhâi Hakkârî hazretleri Nehrîde kaldığı kırk iki sene içinde, İslâmiyyetin emir ve yasaklarını anlattı. Yani emri marûf yaptı. İnsanların, dünyâ ve ahrette kurtuluşları için çalıştı. Bütün hocaları gibi İslâmın güzel ahlâkını yaydı. Siyâsete karışmadı. Pek çok velî yetiştirip, onlara hilâfet verdi. İslâmiyyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi.
Halîfelerinin en meşhûrları şunlardır: Birâderi seyyid Muhammed Sâlih, seyyid Sıbgatullah Arvâsî, seyyid Fehîm Arvâsî, dâmâdı ve kâtibi seyyid Abdülehad, Muhammed Küfrevî, Halîfe Köse adıyla meşhûr olan Şeyh Tâhâ, Molla Resûl Sibkî, Mevlâ’nâ Hâcı Hakkârî, Süleymân Baradustî, Molla Muhammed Munhânî Hoşâbî, Şeyh Ahmed Meczûb. Bunlardan başka halîfeleri de vardır.
Seyyid Tâhâi Hakkârî hazretleri, 1269 [m. 1852] senesinde bir ikindi vakti, Harâm Çeşmesi denilen ağaçlık bir mevkı’de talebeleri ile sohbet ediyordu. Sohbet ânında kendisine iki mektup arz edildi. Bunları kıymetli dâmâdı Abdülehad Efendiye okuttuktan sonra; “Abdülehad! Şöhret âfettir. Artık bizim dünyâdan gitmemizin zamânı geldi,” buyurdu. Abdülehad da; “Aman Efendim, Şâmdan gelen bu iki mektup nedir ki?” dedi. O gün sohbetten sonra hânei se’âdetlerine gitti ve orada hastalandı. On bir gün hasta yattı. Hastalığı ağır olmasına rağmen, namâzlarını mümkün olduğu kadar ayakta kılmaya çalıştı. Hastalığının on ikinci, Cumartesi günü talebeleri ve yakınları ile halâllaşdı, vedalaştı, vasiyetini bildirdi. Kardeşi seyyid Sâlih hazretlerini çağırttı. Onun için; “Birâderim Sâlih, kâmil, olgun bir velîdir. Herkesin başı onun eteği altındadır,” buyurdu. Yerine kardeşi Sâlih hazretlerini halîfe bıraktı. İkindi vaktinde, talebelerinin Yâsîni şerîf tilâvetleri arasında, mübârek rûhunu Kelimei tevhit getirerek teslîm eyledi. Mübârek mezârı Nehrîdedir. Onu seven âşıkları, uzak yerlerden gelerek, mübârek kabrinden fışkıran nûrlardan, feyizlerden istifâde etmekte, bereketlenmektedirler.
Seyyid Tâhâi Hakkârî hazretlerinin, seyyid Habîb, seyyid Mahmûd, seyyid Alâüddîn ve seyyid Ubeydullah isimlerinde dört oğlu vardı. Bunlardan seyyid Habîb Efendi, genç yaşta vefât etti. Seyyid Mahmûd ve seyyid Alâüddîn Efendilerin de oğulları vardı. Seyyid Tâhâi Hakkârî hazretlerinin seyyid Ubeydullah adındaki oğlu, nüfûzunun ve talebelerinin çokluğu ile meşhûrdur.
Babasının vefâtından sonra amcası seyyid Sâlih hazretlerinin sohbet ve irşâdıyla kemâle gelmiş, 1864 senesinde amcasının vefâtından sonra irşat makâmına oturmuştu. Ehli sünnete çok hizmet etti. Seyyid Fehîmi Arvâsî hazretleriyle birlikte hacca gitti. Sonra Taifde ikâmete memûr edildi. Bir müddet sonra Kâ’bei muazzamayı tavâf esnâsında, namâz kılarken secdede vefât etti. Cenneti Mualla kabristânına defn edildi. Seyyid Ubeydullah Efendinin; seyyid Reşîd, seyyid Alâüddîn, seyyid Mazhar, seyyid Abdülkâdir, seyyid Muhammed Sıddîk isminde beş oğlu vardı. Bu oğulları vâsıtasıyla nesli devâm etmiştir.
Seyyid Tâhâ-i Hakkârî kuddise sirruh Menkıbeleri
Bir gece, bir hırsız, seyyid Tâhâ hazretlerinin ambarına girip bir çuval un almak istemişti. Çuvalı doldurdu, Fakat kaldıramadı. Yarıya kadar boşalttı, yine kaldıramadı. Biraz dahâ boşalttı. Yine kaldırıp, götüremedi. O sırada, seyyid Tâhâ hazretleri ambara geldi ve; “Ne o, çuvalı kaldıramıyor musun? Yardım edeyim,” deyince, hırsız, donakalıp, bir şey diyemedi. Seyyid hazretleri çuvalı kaldırıp, hırsızın sırtına verdikten sonra; “Bunu al git, bizim adamlarımız görmesin, belki canını yakarlar. Bir dahâ ihtiyâcın olursa, ambara değil, bize gel!” buyurduğunda hırsız, tövbe edip, sâdık talebelerinden oldu.
Bir Ermenî, seyyid Tâhâ hazretlerine gelip; “Çocuğum olmuyor, sizin büyük bir zât olduğunuza inanıyorum. Duâ edin de, çocuğum olsun,” dedi. Seyyid Tâhâ hazretleri, talebesinden birine; “Git bir beze iki tâne koyun tüyü koy, sar, getir!” buyurdu. Talebesi emri yerine getirdi. Seyyid Tâhâ, Ermenîye; “Bu bezi beline sar, hiç çıkarma!” buyurdu. Aynı Ermenî beş sene sonra gelip; “Efendim, her batında iki çocuk olmak üzere, beş senede on tâne çocuğum oldu. Artık yeter,” dedi. Seyyid Tâhâ da; “Belindekini artık çıkarabilirsin,” buyurdu.
Irâkın Revândız havâlisinde, Berzencî kabîlesi ile Hayderî kabîlesi arasında bir husûmet meydâna gelip, birbirlerine harp ilân ettiler. Irâkda, sözleri geçen bütün halk araya girdiği hâlde, bu fitne ve kavgayı önleyemediler. Mühîm mesele olduğundan, seyyid Tâhâ hazretlerine; “Bunu siz hâlledersiniz,” dediler. Sulh ve barıştırma, dînî bir emir olduğundan, hemen Irâka, Yani Revândıza hareket eyledi. Her iki taraf seyyid Tâhâ hazretlerini görünce, birlikte karşılayıp ellerini öperek emirlerine uydular. Bunları barıştırıp, Nehrîye geldiklerinde, âdetleri olduğu üzere, Nehrî yolunda bulunan nehir kenârında Zî Tûvâ Çeşmesi başında istirâhat ettiler. Berâberlerinde bulunan bin kişiye öyle bir teveccüh ettiler ki, bunlardan beş yüz kişi derhâl, o anda hâl ve kerâmet sahibi oldu.
Berzencî seyyidlerinden seyyid Mûsâ, kervancı başı olarak Îrâna gidiyordu. Gâyet sarp bir yerde, ayağı kayan katırı uçuruma yuvarlanırken; “İmdat yâ seyyid Tâhâ!” diye bağırdı. O anda bir el, hayvanı olduğu yerde durdurdu. Çekip yola çıkardılar. Seyyid Mûsâ, bir müddet sonra ziyâret için Nehrîye gitti. Seyyid Tâhâ hazretleri; “Yâ seyyid Mûsâ! Bir katır için bizi Îrâna çekiyorsunuz,” buyurdu.
Vanın Gürpınar kazâsından bir zât, Nehrîye gidip, seyyid Tâhâ hazretlerine talebe olmak istedi. Kabûl edilince de, geri dönüp evine geldi. Talebe olduktan birkaç gün sonra, hayvanlarının bir kısmını kurt kaparak telef etti. Şeytân; “Bu hocaya bağlanmak sana yaramadı, uğursuz geldi,” diye vesvese verdi. O talebe nihâyet seyyid Tâhâ hazretlerinin dahâ önce kendisine hediye ettiği tespihi iâde etti. Maksadı hocasından ayrılmaktı. Tespih, seyyid Tâhâ hazretlerine takdîm edildiğinde, tebessüm buyurdu. Aradan günler geçmişti. Seyyid Tâhâ hazretleri, bir gün öğle vakti namâza kalkarken, birden mübârek ellerini uzatıp; “Def ol, yâ laîn!” buyurup, namâza başladılar. Namâzdan sonra Halîfe Köse; “Efendim, mübârek ellerinizi uzatmaktaki hikmet ne idi?” diye suâl etti. O da; “Gürpınarda bir Müslümân sekerâtda iken, şeytân aleyhillâne îmânsız gitmesine çalışıyordu. Büyüklerin bereketiyle defedildi. Adam îmânla vefât etti,” buyurdu. Halîfe Köse; “Tespihi iâde eden olmasın?” dedi. “Evet, odur!” buyurdu. “Efendim, o edepsizlik ve terbiyesizlik etmişti,” deyince de; “Bir zamân bize muhabbeti vardı,” buyurdular.